16 Ocak 2025 Perşembe

Tadı Damağımızda San Sebastian,



Vedat Milor abimizi anarak ve onun tespitine yüzde yüz katılarak, dünyanın en sevimli kasabalarından biri San Sebastien, Nam-ı diğer yerel adı ile Bask bölgesinin medar-ı iftiharı Donastier. 

Sadece yeme içmesi ile değil havası, denizi, doğası ile de şahane bir yer. İspanya’nın atlas okyanusu kıyısındaki doğal limanlarından biri; doğuştan denizci, balıkçı, mücadeleci, kaşif…


Son derece ilginç yerel lisanları ile ve tutum ve davranışlarından belli sert mizaçlı ama kibar, konuşkan, güler yüzlü sıcak kanlı halkı ile şahane bir tatil destinasyonu …


Yeme içmeye gelince ise bu mühim meseleyi dörde ayırmamız lazım :


İspanyolların Tapas, Baskların Pontix dediği; çoğunlukla ekmek üstünde, yer yer de tabaklarda envaiçeşit mezeler !  Deniz mahsullerine kadar, dana yanakları, organik mantar çeşitleri falan da şahane… Meşhur birkaç mekan daha  var ama genel olarak hem eski şehir de hem yeni şehir de kötüsüne denk gelmen imkansız, fiyatlar da son derece makul .



Michelin yıldızlı ağır restoranlar konusunda ise seçenek çok olsa da bu işin kral Elkano ! San Sebastian’ın hemen dışında, Getaria adlı şirin balıkçı köyündeki dünyaca meşhur Kalkan Izgaracı Arturo Elkano… Arturo her masa ile tek tek ilgileniyor ve Vedat Milor'dan selam götürünce çok seviniyor. Getaria Köyü aynı zamanda meşhur modacı Balenciaga'nın da memleketi çok da güzel bir müzesi var ...


( Getaria Köyü )


Başta cheesecake  olmak üzere tatlılar … Barselona ve Madrid’te de her köşe başında görürsün şahane küçük şık pastanelerde çeşit çeşit pasta börek konusunda bu İspanyollar zaten usta. Burada konu bir seviye daha atlıyor ve hem ekmek, hem kruvasan, hem pasta, hem tatlı çeşitleri göz alabildiğine… Denediğimiz hiçbir şeyden pişman olmadık. 



Şarap da ayrı bir mevzu, Bordo’ya komşu olmakla birlikte kendilerinin de çok lezzetli beyaz şarapları ve elma "cider"ları var, hem de bedava … Biz tapaslarla da balıkla da yerel "cider"ları tercih ettik, çok ta keyif aldık, elma, vanilya, çiçek, tarçın kokulu çok hafif şahane bir içki … 


Heh bir de kimsenin bahsetmediği kahvaltı meselesi var, bir gün Londres Otel’e kahvaltıya hatta uzun uzun bruncha gidin. Ben çok otel kahvaltısı gördüm, böylesini çok nadir gördüm. Az ve öz, özenli, düzenli, manzaralı;  çok keyifli bir ortamda, şahane bir kahvaltı …  



Genel olarak İber Yarımadası , kurak ve çoraktır sanırdım ben. Bu bölge Alplerin devamı, yemyeşil , şahane bir doğaya sahip. Dönüş yolunda bir nehrin peşine takılıp mola verdiğimiz kasaba Eibar ve köy meydanında rastgele girdiğimiz tapas bar da efsaneydi.

San Sebastian'ın hem kendinin hem de lezzetlerinin tadı gerçekten damağımızda kaldı.

14 Ocak 2025 Salı

Akdeniz Kızı Valensiya

Tam bir Akdeniz karmaşası içinde, tam bir Akdeniz rahatlığı ile hem hareketli, hem sakin; hem tarihi, hem modern, hem genç, hem de klasik çok keyifli kesinlikle görülmesi gereken bir yer Valensiya...



Folklörcülük yıllarımdan ilk göz ağrım, İspanya’yı hep çok sevmişimdir, müziği, yemeği, iklimi, mimari dokusu, insanları, lisanları hep çok ilgimi çekmiştir. Barselona’yı biliriz, severiz ama Valensiya’ya gelmek THY’nin en son Avrupa Kampanyasına kısmetmiş.



Çok güzel bir sahili de olan şehirde oteli deniz kenarından mı , şehir merkezinden mi tutsak diye düşünürsek, ilginç bir şekilde, sahilin uzak olduğunu, İstanbul’un, İzmir’in, Selanik’in aksine şehrin denizden uzağa bir noktaya kurulduğunu anlayınca, şehir merkezine karar verdik. Doğru kararmış, Deniz kenarı oldukça yazlıkçı bir anlayışla yapılaşmış, Şehirle pek irtibatı olmayan ama yaz kış fark etmez bir öğlen yemeğine bir sabah yürüyüşüne ya da bir bisiklet turuna gidilmesi gereken bir yer…



Eski şehir merkezi ise, masalsı, destansı… Daracık sokakların hemen her köşesinde bir tasarım harikası, mimari harikası bir anıt, her yanında bir keyifli kafe ya da restoranda cıvıl cıvıl insanlar… Genel Avrupa’nın aksine oldukça genç bir nüfus, maalesef çok sayıda dilenci, göçmen ama sakin, huzurlu, sıcacık bir Akdeniz kenti… 



Central Market şahane, nedendir bilmem Pazar yerlerini çok severim, çok yerel ve çok sahici olurlar… Bu gördüğüm en güzel pazarlardan biri, zaten zengin mutfak ve yeme içme kültürü bir de taze meyve, sebze, şarküteri, deniz mahsulleri ile buluşmuş, harika olmuş … Ayak üstü bir sabah kahvaltısına, öğlen yemeğine, gündüz birasına çok keyifli olur ama iyi planlamak lazım çünkü 3 te kapanıyor…  



Artık kurumuş bir nehrin kenarında boylu boyunca yapılmış park da harika, burada bir yürüyüş ya da bisiklet turu çok keyifli olur. Zira şehrin tamamını gezmek için Bisiklet ya da motosiklet kiralamak harika bir fikir, tüm Avrupa’da olduğu gibi…. Son derece güvenli ve özenli bir trafikte tabi ki öncelik yayalar,  bisikletler ve motosikletler …. 



Parkın sonunda yer olan Dev akvaryum, deniz parkı L’oceanographia ve Bilim ve Sanat müzeleri de çok güzel Biz şansımızı akvaryum ve Yunus şovundan yana kullandık pişman olduk. Çünkü benzer akvaryumlar artık her yerde var hem de. Yunus şovunun büyük bir bölümünde bizi “valla yunuslara eziyet etmiyoruz, aksine çok iyi bakıyoruz, zaten burada doğdular açık denizi bilmiyorlar, tutsak değiller, evleri burası” falan diye ikna etmeye çalıştılar….



Yani son tahlilde denizi, güneşi, tarihi, kültürü, bilimi, müzesi, içmesi yemesi ile komple keyifli, muhteşem bir tatil destinasyonu Valensiya… Biz çocuklarla da çok keyif aldık, yalnız da gidilse çok beslenilecek, doyum sağlanabilecek bir yer, İstanbul’dan direkt uçuşla sadece 3 saatte….    





Narcos 'un Medellin'i

                                                          

Narcos dizisini izleyen hepimizin adını çok iyi bildiği, kendisini hiç tanımadığı, çelişkiler diyarı Medellin… (Narcos’u izlemediyseniz hemen şimdi izleyin, yazıyı sonra okusanız da olur … ) Uyuşturucu kartellerinin, cirit attığı, neredeyse Kolombiya hükümetini komple ele geçirecek kadar büyüdüğü ; cinayetlerin, suikastlerin, patlamaların gündelik hayatın bir parçası olduğu ve yiğidin harman olduğu yer şimdi bir turizm destinasyonu olmuş.


Kolombiya pezosu Dolar karşısında 2 yılda yüzde 500 değer kaybedince ( tanıdık geldi mi ? ) Özellikle de Amerikalı çulsuz turistlerin popüler, kaçamak mekanı olmuş. Uzaktan çalışma ayağına, bilgisayarını kapan gelmiş, gündüz ayrı “zoom” gece ayrı “zoom” ! 


Elimde kesin bilgi yok ama sanırım kartellerin elinden alınan kenevir tarlalarının bir kısmı imha edilmiş ama bir kısmı hala, hem de hükümet kontrolünde (muhtemelende ABD hükümeti gözetiminde) üretime devam ediyor sanki. Biz hiç bulaşmadık ama istediğin mala ulaşman çok kolay ve çok ucuzmuş … 



Yeme içme, kafe, bar, kulüp, gece hayatı da gırla gidiyor, sonuç olarak Latin Amerika burası herkesin kanı kaynıyor. Havalimanında güvenlik görevlisi kadın, minik hoparlörden açmış, müziğini inceden hem dans ediyor, hem işini yapıyor, kimse de yadırgamıyor … Latin Amerika’da kötü yemek özellikle de kötü et yeme ihtimaliniz çok düşük ama Quedres adlı mekan, hem eğlenceli hem de kaliteli… Hafta sonları neredeyse her gece bir mini karnaval var …. 



Kolombiya’da tarım hayvancılık deyince çoğunluğun aklına kenevir geliyor olabilir ama bizim aklımıza kahve geldi ve kendi çapında minik bir kahve turuna katıldık. Ağacı, yetiştirilmesi, toplanması, kurutulması, ayıklanması ve demlenmesi ile derya deniz bir konu; bu kahve, aynı şarap gibi, zeytinyağı gibi … 


Hemen bir pratik bilgi satayım size, siz de arkadaşlarınıza satarsınız. Bu işin hakkı orta kavrulmuş, medium roast. Çünkü dark roastta aşırı kavurulan kahvenin, rengi, tadı, yoğunluğu arttırıyor ama tüm besin değeri ölüyor. Yani dark roast aslında kahve dükkanlarının bir nevi üç kağıdı.



İstanbul’dan direkt Bogota, oradan da 2-3 saatte Medellin’e ulaşmak uzun, pahalı ama pratik. Bogota, hala pek turistik olmadığı için, birazcık tehlikeliymiş oraya hiç uğramadık bile... Cartegena ise deniz kenarı oldukça güzel bir şehirmiş ama ona da bizim vaktimiz yetmedi ...


1 Ekim 2023 Pazar

Fakir Ama Gururlu, Mutlu, Ho Chi Minh City

Fakir ama mutlu insanların şehri Ho Chi Minh City

Adı dünyanın en çok bilinen, kendisi dünyanın en az bilinen ülkelerinden biridir herhalde Viet Nam, yine Hollywood filmleri sayesinde… Özellikle bizim kuşak Viet Nam, Saygon, Viet Kong, Kızıl Gerilla, bubi tuzağı, Kahraman Amerikan askeri hikayeleri ile büyüdü neredeyse...

Uzun zamandır gitmeyi hayal ettiğimiz eski adı Saygon, Yeni adı Milli Kahraman Sayın Ho Chi Mihn’in şehrine nihayet geliyoruz birkaç müşteriyi ziyaret bahanesi ile … Saygon, meşhur savaşın da en önemli merkezlerinden biri, Amerikalıların saçma sapan, “aman komünizm komşu ülkelere yayılır, domino etkisi olur” teorisi ile girdiği ama bir türlü çıkamadığı, Muson ormanlarının kenti. Balta girmemiş bu ormanların yağmurlarına, nemine, böceklerine, sineklerine ve tabi ki tuzaklarına dayanamamış Yankiler, karşılıklı birbirlerine her türlü insanlık dışı işkenceyi yapıp, Dünya’daki ve Amerikanın kendi içindeki protestolara karşı koyamayıp geri çekilmiş. Olan ölen yüz binlerce insana ve geri de kalanlara olmuş. Bugün bile bir çok sakat, öksüz, yetim ve daha da kötüsü özellikle ırkları bozulsun diye Başta Koreliler olmak üzere, ittifak askerleri tarafından hamile bırakılmış kadınların çocukları var, çok sayıda ….   

Hala komünizm ile yönetiliyormuş gibi görünüp bayağı bayağı vahşi kapitalizmle yönetilen, ucuz iş gücü sayesinde çok fazla yabancı yatırımcı çeken, çok sayıda expatın (yabancı) yaşadığı ilginç bir yer Viet Nam. Mesela bir restoranda ayak üstü sohbet ettiğimiz biri Lego’nun bilmem ne başkanı çıktı, buraya 1 milyar Euro’luk bir yatırım için araştırma yapmaya gelmiş ! Kendisine “bırak bu Viet Kong’ları gel Türkiye’ye yatırım yap canım abim, her türlü yardımcı oluruz” desem de ikna edemedim … Başka bir ortamda ise Fransız savaş helikopterlerinin bölge satış müdürü ile tanıştık tabi ki hemen fiyat sordum sanki alıcam ! 

Her geri kalmış ülkede olduğu gibi inanılmaz bir gelir adaletsizliği var; Aynı sokakta park etmiş bir Rolls Royce da var, uyuyan evsiz bir çocuk da… Ama ona rağmen, herkesin keyfi yerinde görünüyor, Biz milletçe o kadar gergin ve mutsuzuz ki, özellikle İstanbul’dan sonra nereye gitsem bana insanlar daha mutlu daha huzurluymuş gibi geliyor.( Mısır Hariç )  Biraz da Dünya Kupası maçlarının etkisi ile gerçekten her yer cıvıl cıvıl her köşede, kaldırımda, yerde, cafede barda restoranda parkta bir televizyon açık bir maç dönüyordu… Ve ben hayatımda hiçbir yerde bu kadar çok kafe, ve bu kadar kalabalık kafe görmedim, çok şık modern mekanlar da var üstelik. Özellikle gençlerin milli ulaşım araçları, motosikletleri sıra sıra parkedip takıldıkları cafelere çok gıpta ettim. Malum İstanbul’da önüne motor ya da araban ile takılacağın bir yer bulmak, çok zordur, biz motorcuların en çok özlem duyduğu şeylerden biridir... Motor demişken tüp taşımaktan, balon satmaya; köfte tezgahı olandan, dondurma dolabı olana, çelenk taşıyandan, merdiven taşıyana,  kadar ne istersen var motosiklet camiasında ayrıca, 4 kişi binen aile de gördüm, topuklu döpiyesli binen teyze de.. 

Karınca yuvası gibi bir motor trafiği var, her bir ışık bir can pazarı bana göre, onlara göre gayet normal, sağdan sağdan yardırıyor herkes, Bu kadar çok motoru görünce gaza geldim ben de rehberli bir Vespa turuna katılayım, kenar kenar giderim, ufak ufak kullanırım dedim, manyak mısın sen dediler kesinlikle sigorta şirketleri yabancıları kabul etmiyor, burada asla motor kullanamazsın, sen arkada oturacaksın dediler, vazgeçtim…

Deltalara gitmeye vakit bulamadık, savaş alanlarına gittik, tünellere girdik, tuzakları gördük, vahşeti tahayyül etmeye çalıştık, bugünden bakınca, ne kadar saçma olduğunu düşündük ve fark ettik aslında politikacıların peşinden koştuğu ve milleti koşturduğu şeylerin çoğu bugün bile çok saçma değil mi… 

Yemeklerden korkuyordum, fazla maceraya girmedik, gayet güzel deniz mahsulleri yedik, makul fiyatlara… bir sürü de sokak köpeği vardı ortalıkta... Viet Nam’ın kahvesi de var ben pek beğenmedim, sıcak istediğini özellikle belirtmezsen kahve kesinlikle buzlu geliyor… Yoldaş oldukları için Castro kıyak yapmış resmi Habanos, Puro mağaza ve locaları var çok keyifli mekanlar, çok da zengin çeşitleri var. Bir tanesinin üst katında canlı jazz müzik de vardı çok keyif aldık. Solist, Rus, Gitarist Brezilyalı, Saksafoncu Filipino idi … dedim ya çok kozmopolit bir yer… Savaş alanı turunda tanıştığımız Liseyi yeni bitirmiş 2 Hollandalı genç ve maç seyrederken tanıştığımız 3 ingiliz öğretmenden çok etkilendik. Pandemi de para biriktirip, işlerinden okullarından 1 yıl izin alıp dünya turuna çıkmışlar, bir sırt çantası ile …. Özellikle Hollandalılar, hangi okula devam etmek, hangi mesleği seçmek ve hangi ülkede okumak, yaşamak istediklerine bu seyahatin sonunda karar vereceklermiş… Ne açık bir vizyon, ne esnek bir dünya görüşü ve ne radikal kararlar… Böyle insanlara gerçekten gıpta ediyorum….

Kural : Gez, gör, yaşa, hisset, deneyimle, açık ol, özgür ol…. Cesur ol, dünya senin, hayat senin tepe tepe yaşa, hayat bir bilete bakar…. İleri de saçma sapan görünecek tabulara, ideolojilere takılma, özellikle de başkalarının ideolojilerine ….  


Nihayet, Maldivler

Nihayet Biz de Geldik Gördük, Maldivler … 

Bizim cenah, beyaz Türklerin, memleket ekonomisi bu hale gelmeden önce, başta balayı olmak üzere, en popüler tatil destinasyonlarından biri Maldivler, bize bir türlü kısmet olmamıştı. ( o kadar popüler ki kaldığımız otelde tanıdık çıktı iyi mi ? ) Nihayet, pandemiden ve özel sebeplerden daraldığımız 2022 yazı ertesi, mildi, promosyondu, taksitti derken bütçeyi denkleştirip attık kendimizi Maldiv takım adalarına, resmi adı ile Güney Male Atolüne…


Maldivler, Hint okyanusunun en güzel yerlerinden birinde yer alan yüzlerde adanın ve atolün ( adalar ve kum tepecikleri topluluğu ) minik bir ülke, başkenti Male. Tek kenti Male, geri kalan her yer ada, her ada bir otel. Havalimanından çıkar çıkmaz karşında rıhtım her otelin kendi “shuttle“ teknesi ya da istersen deniz uçağı var, atlayıp gidiyorsun. ( sağlam bir ücret karşılığı )  Benim hayalimde canlandırdığımdan çok daha pratik ve çok daha sıradan her şey, Sanki Maldivler değil, Afyonkarahisar’dayız. Tek fark Hint Okyanusu…  Önce bu kadar tekne ve uçak trafiği şaşırtıyor ama sonra alışıyorsun çünkü her yer deniz, her yer kum, her yer palmiye… Beton yok, Araba yok, Asfalt yok en güzeli, taksi yok !

Otele yani adaya girdiğin anda ayakkabılarını çıkartıp, dönene kadar bir daha hiç giymeyebilirsin istersen…. Adadaki en lüks restoranın bile zemini kum, yollar zaten kum… Biz buraları iyi bile bir arkadaşın tavsiyesi ile Sun Siyam adlı otele geldik yine onların tavsiyesi ile, geceleri pek de sempatik olmayan “ocean villa” yerine, “beach villa” tercih ettik ki çok doğru tercihmiş… Oda bembeyaz kuma, oradan da turkuaz denize açılıyor, sabahları tadına doyum olmuyor … 


Bu mevsimi mi böyle yoksa hep mi böyle bilmiyorum birden bir yağmur başlıyor, lanet olsun diyorsun, “uçağı erkene mi alsak ?” Sonra güneş açıyor, mor gökyüzü, Önce turuncu sonra masmavi oluyor, “lan kısa oldu keşke daha uzun kalabilsek” diyorsun ! Yağmur da olsa asla soğuk olmuyor, o da ayrı bir keyif oluyor. Bu kadar yağmur olunca tabi ada yemyeşil, rengarenk oluyor, bu kadar uzun palmiye ağacı nasıl oluyor, fizik kuralları gereği “bu uzun çubuğun kırılması gerekmez mi” diye düşünüyorsun …. 

İster şnorkelle ister tüple dalıp, dünya ile bağını koparabilirsin…Biz son derece kısa sürede, dar bir alanda bir köpekbalığı, vatoz, müren, aslan balığı, balon balığı gördük …. Nedense balık seyretmek insana çok iyi geliyor, sanırım bizim koşuşturmacamızın içinde onların sakinliği bizim içimizdeki bu eksikliğe iyi geliyor… Dalış malzemeleri tertemiz yepyeniydi ama fiyatı Türkiye’ye Mısır’a göre bir hayli yüksekti.. 


Benim gibi plajda güneşlenmeyi, aylaklık yapmayı beceremeyen kurtlular için de bir sürü aktivite var, hoş deniz o kadar güzel ki başka bir aktiviteye ihtiyacın yok ama yine de; sandığımız gibi sadece romantik bir balayı destinasyonu değil, aksine bayağı çoluk çombalak aile ortamı…   Bizim çocuklar da çok keyif aldı, bir daha gitmeye değer mi bilmiyorum, ama bir kere de olsa görmeye değer…

Kural : Çocuklarla ailecek tatile çıkarken yanına başka aileler takma, çocuklarınla baş başa kal, bunlar çok kıymetli “anlar” … Sen de büyüyünce “anlar”sın


Kahır Taşı, Kahire ...

Kahır Taşı, Kahire ... 

Daha önce de gitmiştim, daha önce de yazmıştım, daha önce de sevmemiştim Kahire’yi bu sefer de hem sevmedim, hem de biraz üzüldüm…
Bir tarafı çöl, bir tarafı Kızıldeniz, bir tarafı da Akdeniz olduğu için kolay kolay kimsenin saldıramadığı yıllarca, savaşla, silahla değil sanatla, mimari ile, astroloji ile, Nil nehrinin zırt pırt taşması sayesinden geometri ile matematik ile uğraşmış, büyük Mısır medeniyeti, Bugün ne halde diye düşünmeden edemiyor insan… 


Savunma sanayisi zayıf olduğu için, yerli ve milli üretimleri olmadığı için, zalim dış güçler zamanla çölleri de, denizleri de, azgın nehirleri de aşıp girişmiş Mısır’a tarih boyunca. (Biz Türkler de dahil…) 
O zenginlikten bugünlere pek bir şey kalmamış. Hele son yıllarda yaşanan politik meseleler, Arap Baharı, Sivil Darbe, Askeri Darbe derken en az 50 yıl daha geriye gitmişler. Türkiye’nin 80 olayları gibi hem sağdan, hem soldan binlerce sivil, masum, vatan sever; özgürlük için, demokrasi için, insani haklar için mücadele ederken ölmüş, öldürülmüş, dünyanın gözü önünde. Hep dış güçler yüzünden, hiç kendi cehaletlerinin, kendi iç hesaplaşmalarının, fırsatçılıklarının suçu yok yani… 


Şimdi ortalık biraz durulmuş, sahillerde Rus, şehirlerde Avrupalı turist var ama ekonomi çok kötü, yabancı yatırımcı kaçmış, yerel kur yerlerde, darbeciler hala iktidarda, çok sıkı bir güvenlik ve baskı rejimi var… Bölgemiz Orta Doğu insanı zaten mutsuz, umutsuz, gergindi daha da kararmış içleri, insanların yüzlerinden belli…


Kahire her zamankinden daha fakir, daha kirli, daha kalabalık ve daha kaotik. Çocuklara ibret olsun diye El-Halil kapalı çarşıya götüreyim dedim, pişman oldum. Günlerden Cumartesi olduğunu unutmuşuz, tatil moduyla, inanılmaz bir kalabalığın ve karmaşanın içinde bulduk kendimizi dışarı çıkamıyoruz, tezgahlar arasında 2 kişi yan yana yürüyemiyor 4 kişi birbirimizi kaybedeceğiz diye ödüm kopuyor. Tamam biz de Kapalıçarşı bilen nesiliz ama bu başka bir şey. Araba ezmezse, insan ezer. O da ezmezse, havasızlıktan ölürsün, Covid’i saymıyorum bile bence burada barınamamıştır, masum kalmıştır o mikrop !

( Çarşının En Sakin Sokağı ... )
Piramitleri biraz toparlamışlar, daha düzenli, tertipli, temiz organize olmuş. Çoluk çocuk zor olur özel bir turla gidelim dedik, bize japon turist muamelesi yapıp parfüm ve papirüs satmaya çalıştılar, tabi ki… 
Hiç gerek yok taksiye atlayın gidin … Kahire müzesi zaten bir derya deniz, bu defa bir rehber eşliğinde gezdik, anlat anlat; dinle dinle bitmiyor, içinde kayboluyorsun ama Kahire için, 2 günden fazlasına gerek yok. Sharm ya da Hurghada ile birleştirip 2 günde bitirip kaçmak lazım Kahire, insanın içini kahır dolduruyor...

( Zaten ) 

Kural : Demokrasi, insan hakları, hukuk iyidir, herkese lazım olur…

18 Eylül 2023 Pazartesi

Vizeli Hurghada


Vizesiz Sharm El Sheikh” ilanını görmemle başladı her şey… Pandemi ile birlikte vizelerin hatta pasaportların bile süreleri dolunca, Artık bir çok ülke Türklere açık açık vize işkencesi uygulamaya başlayınca biz de vizesiz bir program yapalım dedik… Sharm’a daha önce gitmiş deniz altına bayılmıştık, bu sefer de Hurghada’ya gidelim dedik, hem daha makul uçak ve otel fiyatları … Gece yarısı uçağın kapısında, çoluk çocuk, yarı uyanık halimizle, bir an evvel koltuğumuza oturup uyumayı beklerken, görevli “Vize ?” diye sormaz mı ? 
Biz de tabi ki “ne Vizesi ?” şeklinde soruya soruyla cevap verdik ! 
 - Hani Sharm vizesizdi ? 
 - “Evet” dedi görevli “Sharm vizesiz ama Hurghada vizeli !” 
 - “İyi o zaman Sharm a gidelim” dedik 
- “O uçak biraz önce kalktı” “Başka ülke vizeniz, oturma izniniz falan var mı” dedi 
 - Evet dedik Amerika vizesi var kapı gibi 10 senelik ! - Tamam dedi gidebilirsiniz, iyi yolculuklar ! 


Derin bir nefes aldık ama bu nefes kısa sürdü çünkü Hurghada’daki pasaport polislerine ABD vizesi ile Mısır’a neden geldiğimizi anlatmak kolay olmadı. 3-4 saat bekletildikten sonra neyse bir şekilde bizi kabul ettiler ülkelerine. Önce “bir daha asla bizden daha geri kalmış bir ülkeye gelmeyeceğim” diye söylendim, sonra da düşündüm, geri kalmış olmasa, gelişmiş, modern, kanunla kuralla yönetilen bir ülke olsa bizi asla almaz aynen geri postalarlardı… 

Geri kalmışlık Esnekliktir; zira biz de hiç Türkiye’den Mısır’a iltica edecek tipler değildik … 


Havalimanı taksisinden okkalı bir kazık yememek için, Şoförü, Otelin belboyuna kırdırma taktiğim burada da işe yaradı. Taktik şöyle, çok tavsiye ederim : Eğer taksimetre açmıyorsa, Şoförle hiç muhatap olmuyorum, Otele varınca Belboy zaten yardıma geliyor, havalimanı taksi ne kadar tutar diyorum, belboyun söylediği rakamdan bir tık daha yüksek bir meblağı kendisine takdim ediyorum o içinden kendi bahşişini alıp, taksiye gerçek rakamı ödüyor. 

Prof. Dr. Selçuk Şirin’in dediği gibi taksi sorunu gibi basit bir sorunu bile çözemeyen toplumlar daha karmaşık hiçbir sorununu çözemez ! 
Örnek Türkiye, Örnek Mısır ! 


Sharm’da olduğu gibi burada da otelimiz nefis, tertemiz, yepyeni, Antalya tatil köyleri gibi ama her şey dahil değil. Zaten sanırım her şey dahil diye bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok. En azından ben hiçbir yerde görmedim. 

Fiyatlar oldukça makul, yemekler gayet güzel ve zengin, damak tadımız çok benzer… Hava da Ağustos olmasına rağmen sıcak tabi ama kesinlikle bunaltıcı değil. 

 “Discovery Diving”, Keşif dalışı gibi fiyakalı bir ismi olan aslında tanışma dalışı diyebileceğimiz, eğitmenin senin ensenden tutarak daldırdığı, iki farklı tura katılıyoruz. 
( Blue Diving’i tavsiye ederim çok daha iyi ve hesaplıydı ) 2 farklı bölge öğleden önce ve öğleden sonra 2 dalış yaptırıyorlar deniz altında büyüleniyorsun. 


Zaman yavaşlıyor, mekan genişliyor, sen hafifliyorsun. Deniz altı korkun yerini, sağdan soldan gelen geçen farklı farklı rengarenk canlılara şaşkınlığına bırakıyor. 15 yaşında oğlum Efe de çok keyif alıyor, 

Ben kulak açma işini tam beceremiyorum bir türlü ama ilk görüşte aşık oluyoruz ve sertifika alıp dalgıç olmaya karar veriyoruz… 


Otellerin kendi plajlarında, düzgün şnorkel ve maskelerle dalarak bile müthiş, enstantaneler, harika canlılar görmek mümkün. Bölge olarak Makadi çok daha güzel bir bölge imiş, asıl burada kalmak lazım, ya da o bölgedeki tekne turlarına katılmak lazım… Şehirde gezecek görecek, yapacak bir şey yok, sadece deniz, kum, güneş ve dalış turizmi… Sharm mı Hurghada mı dersen, kesinlikle Sharh el Sheik… 

Kural : Yeraltında, yerüstünde ne kadar çok güzellikler, nimetler olduğunu düşün ve bunları görebildiğin için tekrar tekrar şükret…

Not : Ben bu yazıyı yazıp yayınlayana kadar yine yeniden değişen dış politikamız sayesinde Mısır'la aramız düzeldi, tüm vizeler karşılıklı kalktı ...