1 Ekim 2023 Pazar

Fakir Ama Gururlu, Mutlu, Ho Chi Minh City

Fakir ama mutlu insanların şehri Ho Chi Minh City

Adı dünyanın en çok bilinen, kendisi dünyanın en az bilinen ülkelerinden biridir herhalde Viet Nam, yine Hollywood filmleri sayesinde… Özellikle bizim kuşak Viet Nam, Saygon, Viet Kong, Kızıl Gerilla, bubi tuzağı, Kahraman Amerikan askeri hikayeleri ile büyüdü neredeyse...

Uzun zamandır gitmeyi hayal ettiğimiz eski adı Saygon, Yeni adı Milli Kahraman Sayın Ho Chi Mihn’in şehrine nihayet geliyoruz birkaç müşteriyi ziyaret bahanesi ile … Saygon, meşhur savaşın da en önemli merkezlerinden biri, Amerikalıların saçma sapan, “aman komünizm komşu ülkelere yayılır, domino etkisi olur” teorisi ile girdiği ama bir türlü çıkamadığı, Muson ormanlarının kenti. Balta girmemiş bu ormanların yağmurlarına, nemine, böceklerine, sineklerine ve tabi ki tuzaklarına dayanamamış Yankiler, karşılıklı birbirlerine her türlü insanlık dışı işkenceyi yapıp, Dünya’daki ve Amerikanın kendi içindeki protestolara karşı koyamayıp geri çekilmiş. Olan ölen yüz binlerce insana ve geri de kalanlara olmuş. Bugün bile bir çok sakat, öksüz, yetim ve daha da kötüsü özellikle ırkları bozulsun diye Başta Koreliler olmak üzere, ittifak askerleri tarafından hamile bırakılmış kadınların çocukları var, çok sayıda ….   

Hala komünizm ile yönetiliyormuş gibi görünüp bayağı bayağı vahşi kapitalizmle yönetilen, ucuz iş gücü sayesinde çok fazla yabancı yatırımcı çeken, çok sayıda expatın (yabancı) yaşadığı ilginç bir yer Viet Nam. Mesela bir restoranda ayak üstü sohbet ettiğimiz biri Lego’nun bilmem ne başkanı çıktı, buraya 1 milyar Euro’luk bir yatırım için araştırma yapmaya gelmiş ! Kendisine “bırak bu Viet Kong’ları gel Türkiye’ye yatırım yap canım abim, her türlü yardımcı oluruz” desem de ikna edemedim … Başka bir ortamda ise Fransız savaş helikopterlerinin bölge satış müdürü ile tanıştık tabi ki hemen fiyat sordum sanki alıcam ! 

Her geri kalmış ülkede olduğu gibi inanılmaz bir gelir adaletsizliği var; Aynı sokakta park etmiş bir Rolls Royce da var, uyuyan evsiz bir çocuk da… Ama ona rağmen, herkesin keyfi yerinde görünüyor, Biz milletçe o kadar gergin ve mutsuzuz ki, özellikle İstanbul’dan sonra nereye gitsem bana insanlar daha mutlu daha huzurluymuş gibi geliyor.( Mısır Hariç )  Biraz da Dünya Kupası maçlarının etkisi ile gerçekten her yer cıvıl cıvıl her köşede, kaldırımda, yerde, cafede barda restoranda parkta bir televizyon açık bir maç dönüyordu… Ve ben hayatımda hiçbir yerde bu kadar çok kafe, ve bu kadar kalabalık kafe görmedim, çok şık modern mekanlar da var üstelik. Özellikle gençlerin milli ulaşım araçları, motosikletleri sıra sıra parkedip takıldıkları cafelere çok gıpta ettim. Malum İstanbul’da önüne motor ya da araban ile takılacağın bir yer bulmak, çok zordur, biz motorcuların en çok özlem duyduğu şeylerden biridir... Motor demişken tüp taşımaktan, balon satmaya; köfte tezgahı olandan, dondurma dolabı olana, çelenk taşıyandan, merdiven taşıyana,  kadar ne istersen var motosiklet camiasında ayrıca, 4 kişi binen aile de gördüm, topuklu döpiyesli binen teyze de.. 

Karınca yuvası gibi bir motor trafiği var, her bir ışık bir can pazarı bana göre, onlara göre gayet normal, sağdan sağdan yardırıyor herkes, Bu kadar çok motoru görünce gaza geldim ben de rehberli bir Vespa turuna katılayım, kenar kenar giderim, ufak ufak kullanırım dedim, manyak mısın sen dediler kesinlikle sigorta şirketleri yabancıları kabul etmiyor, burada asla motor kullanamazsın, sen arkada oturacaksın dediler, vazgeçtim…

Deltalara gitmeye vakit bulamadık, savaş alanlarına gittik, tünellere girdik, tuzakları gördük, vahşeti tahayyül etmeye çalıştık, bugünden bakınca, ne kadar saçma olduğunu düşündük ve fark ettik aslında politikacıların peşinden koştuğu ve milleti koşturduğu şeylerin çoğu bugün bile çok saçma değil mi… 

Yemeklerden korkuyordum, fazla maceraya girmedik, gayet güzel deniz mahsulleri yedik, makul fiyatlara… bir sürü de sokak köpeği vardı ortalıkta... Viet Nam’ın kahvesi de var ben pek beğenmedim, sıcak istediğini özellikle belirtmezsen kahve kesinlikle buzlu geliyor… Yoldaş oldukları için Castro kıyak yapmış resmi Habanos, Puro mağaza ve locaları var çok keyifli mekanlar, çok da zengin çeşitleri var. Bir tanesinin üst katında canlı jazz müzik de vardı çok keyif aldık. Solist, Rus, Gitarist Brezilyalı, Saksafoncu Filipino idi … dedim ya çok kozmopolit bir yer… Savaş alanı turunda tanıştığımız Liseyi yeni bitirmiş 2 Hollandalı genç ve maç seyrederken tanıştığımız 3 ingiliz öğretmenden çok etkilendik. Pandemi de para biriktirip, işlerinden okullarından 1 yıl izin alıp dünya turuna çıkmışlar, bir sırt çantası ile …. Özellikle Hollandalılar, hangi okula devam etmek, hangi mesleği seçmek ve hangi ülkede okumak, yaşamak istediklerine bu seyahatin sonunda karar vereceklermiş… Ne açık bir vizyon, ne esnek bir dünya görüşü ve ne radikal kararlar… Böyle insanlara gerçekten gıpta ediyorum….

Kural : Gez, gör, yaşa, hisset, deneyimle, açık ol, özgür ol…. Cesur ol, dünya senin, hayat senin tepe tepe yaşa, hayat bir bilete bakar…. İleri de saçma sapan görünecek tabulara, ideolojilere takılma, özellikle de başkalarının ideolojilerine ….  


Nihayet, Maldivler

Nihayet Biz de Geldik Gördük, Maldivler … 

Bizim cenah, beyaz Türklerin, memleket ekonomisi bu hale gelmeden önce, başta balayı olmak üzere, en popüler tatil destinasyonlarından biri Maldivler, bize bir türlü kısmet olmamıştı. ( o kadar popüler ki kaldığımız otelde tanıdık çıktı iyi mi ? ) Nihayet, pandemiden ve özel sebeplerden daraldığımız 2022 yazı ertesi, mildi, promosyondu, taksitti derken bütçeyi denkleştirip attık kendimizi Maldiv takım adalarına, resmi adı ile Güney Male Atolüne…


Maldivler, Hint okyanusunun en güzel yerlerinden birinde yer alan yüzlerde adanın ve atolün ( adalar ve kum tepecikleri topluluğu ) minik bir ülke, başkenti Male. Tek kenti Male, geri kalan her yer ada, her ada bir otel. Havalimanından çıkar çıkmaz karşında rıhtım her otelin kendi “shuttle“ teknesi ya da istersen deniz uçağı var, atlayıp gidiyorsun. ( sağlam bir ücret karşılığı )  Benim hayalimde canlandırdığımdan çok daha pratik ve çok daha sıradan her şey, Sanki Maldivler değil, Afyonkarahisar’dayız. Tek fark Hint Okyanusu…  Önce bu kadar tekne ve uçak trafiği şaşırtıyor ama sonra alışıyorsun çünkü her yer deniz, her yer kum, her yer palmiye… Beton yok, Araba yok, Asfalt yok en güzeli, taksi yok !

Otele yani adaya girdiğin anda ayakkabılarını çıkartıp, dönene kadar bir daha hiç giymeyebilirsin istersen…. Adadaki en lüks restoranın bile zemini kum, yollar zaten kum… Biz buraları iyi bile bir arkadaşın tavsiyesi ile Sun Siyam adlı otele geldik yine onların tavsiyesi ile, geceleri pek de sempatik olmayan “ocean villa” yerine, “beach villa” tercih ettik ki çok doğru tercihmiş… Oda bembeyaz kuma, oradan da turkuaz denize açılıyor, sabahları tadına doyum olmuyor … 


Bu mevsimi mi böyle yoksa hep mi böyle bilmiyorum birden bir yağmur başlıyor, lanet olsun diyorsun, “uçağı erkene mi alsak ?” Sonra güneş açıyor, mor gökyüzü, Önce turuncu sonra masmavi oluyor, “lan kısa oldu keşke daha uzun kalabilsek” diyorsun ! Yağmur da olsa asla soğuk olmuyor, o da ayrı bir keyif oluyor. Bu kadar yağmur olunca tabi ada yemyeşil, rengarenk oluyor, bu kadar uzun palmiye ağacı nasıl oluyor, fizik kuralları gereği “bu uzun çubuğun kırılması gerekmez mi” diye düşünüyorsun …. 

İster şnorkelle ister tüple dalıp, dünya ile bağını koparabilirsin…Biz son derece kısa sürede, dar bir alanda bir köpekbalığı, vatoz, müren, aslan balığı, balon balığı gördük …. Nedense balık seyretmek insana çok iyi geliyor, sanırım bizim koşuşturmacamızın içinde onların sakinliği bizim içimizdeki bu eksikliğe iyi geliyor… Dalış malzemeleri tertemiz yepyeniydi ama fiyatı Türkiye’ye Mısır’a göre bir hayli yüksekti.. 


Benim gibi plajda güneşlenmeyi, aylaklık yapmayı beceremeyen kurtlular için de bir sürü aktivite var, hoş deniz o kadar güzel ki başka bir aktiviteye ihtiyacın yok ama yine de; sandığımız gibi sadece romantik bir balayı destinasyonu değil, aksine bayağı çoluk çombalak aile ortamı…   Bizim çocuklar da çok keyif aldı, bir daha gitmeye değer mi bilmiyorum, ama bir kere de olsa görmeye değer…

Kural : Çocuklarla ailecek tatile çıkarken yanına başka aileler takma, çocuklarınla baş başa kal, bunlar çok kıymetli “anlar” … Sen de büyüyünce “anlar”sın


Kahır Taşı, Kahire ...

Kahır Taşı, Kahire ... 

Daha önce de gitmiştim, daha önce de yazmıştım, daha önce de sevmemiştim Kahire’yi bu sefer de hem sevmedim, hem de biraz üzüldüm…
Bir tarafı çöl, bir tarafı Kızıldeniz, bir tarafı da Akdeniz olduğu için kolay kolay kimsenin saldıramadığı yıllarca, savaşla, silahla değil sanatla, mimari ile, astroloji ile, Nil nehrinin zırt pırt taşması sayesinden geometri ile matematik ile uğraşmış, büyük Mısır medeniyeti, Bugün ne halde diye düşünmeden edemiyor insan… 


Savunma sanayisi zayıf olduğu için, yerli ve milli üretimleri olmadığı için, zalim dış güçler zamanla çölleri de, denizleri de, azgın nehirleri de aşıp girişmiş Mısır’a tarih boyunca. (Biz Türkler de dahil…) 
O zenginlikten bugünlere pek bir şey kalmamış. Hele son yıllarda yaşanan politik meseleler, Arap Baharı, Sivil Darbe, Askeri Darbe derken en az 50 yıl daha geriye gitmişler. Türkiye’nin 80 olayları gibi hem sağdan, hem soldan binlerce sivil, masum, vatan sever; özgürlük için, demokrasi için, insani haklar için mücadele ederken ölmüş, öldürülmüş, dünyanın gözü önünde. Hep dış güçler yüzünden, hiç kendi cehaletlerinin, kendi iç hesaplaşmalarının, fırsatçılıklarının suçu yok yani… 


Şimdi ortalık biraz durulmuş, sahillerde Rus, şehirlerde Avrupalı turist var ama ekonomi çok kötü, yabancı yatırımcı kaçmış, yerel kur yerlerde, darbeciler hala iktidarda, çok sıkı bir güvenlik ve baskı rejimi var… Bölgemiz Orta Doğu insanı zaten mutsuz, umutsuz, gergindi daha da kararmış içleri, insanların yüzlerinden belli…


Kahire her zamankinden daha fakir, daha kirli, daha kalabalık ve daha kaotik. Çocuklara ibret olsun diye El-Halil kapalı çarşıya götüreyim dedim, pişman oldum. Günlerden Cumartesi olduğunu unutmuşuz, tatil moduyla, inanılmaz bir kalabalığın ve karmaşanın içinde bulduk kendimizi dışarı çıkamıyoruz, tezgahlar arasında 2 kişi yan yana yürüyemiyor 4 kişi birbirimizi kaybedeceğiz diye ödüm kopuyor. Tamam biz de Kapalıçarşı bilen nesiliz ama bu başka bir şey. Araba ezmezse, insan ezer. O da ezmezse, havasızlıktan ölürsün, Covid’i saymıyorum bile bence burada barınamamıştır, masum kalmıştır o mikrop !

( Çarşının En Sakin Sokağı ... )
Piramitleri biraz toparlamışlar, daha düzenli, tertipli, temiz organize olmuş. Çoluk çocuk zor olur özel bir turla gidelim dedik, bize japon turist muamelesi yapıp parfüm ve papirüs satmaya çalıştılar, tabi ki… 
Hiç gerek yok taksiye atlayın gidin … Kahire müzesi zaten bir derya deniz, bu defa bir rehber eşliğinde gezdik, anlat anlat; dinle dinle bitmiyor, içinde kayboluyorsun ama Kahire için, 2 günden fazlasına gerek yok. Sharm ya da Hurghada ile birleştirip 2 günde bitirip kaçmak lazım Kahire, insanın içini kahır dolduruyor...

( Zaten ) 

Kural : Demokrasi, insan hakları, hukuk iyidir, herkese lazım olur…