25 Kasım 2009 Çarşamba

Parayla Saadet Olmaz, Lima


Dünyanın en fakir ülkelerinden biri Peru, ama sokakları en renkli, insanları en güleryüzlü olanlarından da biri ayrıca ...

Arkadaşım Oscar'ın, annesiyle birlikte yaşadığı, ve beni davet etmekte hiç tereddüt etmediği, bir oda, bir mutfak ( salon bile yok ) apartmanın havalandırma boşluğunda, betonda top oynayan çocukların da keyfi yerinde, her köşe başında bi tane bulabileceğin salsa kulüplerinde seksi figürler yapan "çılgın" ama işsiz gençliğinde...

Hele bir parkta denk geldiğimiz, mini konsere romantik danslarıyla eşlik eden bakımlı, yaşlı çiftlerin gözlerindeki mutluluğu başka çok az yüzde görmüşümdür ....

Büyük okyanusun, büyük ve yağlı balıklarını ve karideslerini o kadar güzel, yöresel, değişik yöntemlerle hazırlıyorlar ki, dünyanın açık ara en iyi deniz mahsülleri mutfağı, Peru... Ayrıca çok güzel bir yerli mallar pazarı var, benim yerel vurmalı çalgıları "Kahon" aldığım bir de komple eşek çene kemiğinden yapılan bir perküsyon aleti çaldığım.... 

Latin Amerika'nın diğer bir çok ülkesine oranla, daha çok yerlilin hayatta kalmayı başardığı Peru'ya bütün Dünya turistleri de bayılıyor ... Ben tabi genellikle pek turistik aktivite sevmediğim ve vakit de bulamadığım için Macha Pichu'ya gidemiyorum ama çok şükür Pisco Sour içiyorum ve her seferinde "Pisco aslında Şili'nin değil Peru'nun içkisidir" hikayesini dinliyorum, pis pis gülerek, bu tip sidik yarışlarını çok iyi bilen bir milletin ferdi olarak...

Şili'li arkadaşım, Cristian'ın "Lima fakir ve tehlikeli bir yer fazla uzun kalma" gazına geldiğime bin pişman, bütün tadları damağımda dönüyorum, kürkçü dükkanına...


Peru'dan 3 enteresan Türk notu :

1. Çok pahalı restoranların yeni modası : Türk Kahvesi ...
2. Türk vatandaşlarından vize istiyor Peru ama Türkiye'de konsolosluğu yok... ayıp, komik !
3. Fuhuş yapılan, masaj salonlarına, Türk Hamamı diyorlar, valla ben gitmedim Oscar'ın yalancısıyım ...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Boş Angeles

Nasıl da yıllarca yutturmuşlar bize filmlerle, dizilerle, şarkılarla ...

Beverly Hills, Hollywood, Rodeo Drive, Venice Beach diyince ne geliyor aklına, neler olabilir sence buralarda ? Cevap veriyorum : hiç bir şey !

Beverly Hills, Rodeo Drive 5-10 tane büyük bahçeli ev, 3-5 tane pahalı mağaza, o kadar ! bi tane de restoran... Evet sadece bi tane, Cheesecake Factory var, Allahtan, yoksa aç kaldın...

Hollywood, pislik içinde bi cadde, 2 tane restoran, bi tane alışveriş merkezi bi de Kodak Theatre... Heh bir de bir kaç tane film karakteri, sokak sanatçısı, modern dilenci yani...


Venice Beach, Malibu, Santa Monica, rezalet dalgalı, bulanık bi deniz ( okyanus ) , kumda spor yapan amerikan gençlik, arabalar, motorlar, eeee ?..

"Entertainment capital of the world" müş ! biz niye hiç entertainemedik o zaman ?

Yahu, bi şehrin merkezi, bi caddesi, bi piyasası olmaz mı? yok !


Allahtan Disneyland ve Universal Studios var da ( ki Orlando'dakiler kat kat büyük ve güzel ) günlerimizi doldurabiliyoruz, yoksa sıkıntıdan patlayacağız...

Bi de outletler tabii... İstanbul'da 200 TL burada 9,99 USD ?!? Nasıl bu kadar ucuz olabiliyor; ya da madem bu kadar ucuzlar, bizi niye yıllardır kazıklıyorlar ?


Miami'de de aynı hayal kırıklığını yaşamıştık, bir kez daha anlıyoruz ki şehiri şehir, insanı insan yapan, ne kadar kaotik de olsa, yaşanmışlık, kültür, tarih, medeniyet, hikaye, hayat, enerji ... gökdelen yapmakla, yol yapmakla, park, bahçe, alışveriş merkezi yapmakla olmuyor ...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Sidik kokulu romantik, Paris...


18 yıl sonra tekrar gittiğimde, dünyanın "en güzel" , "en ünlü", şehrine, inanamadım gözlerime...
Geçen bir araştırma sonucunda da onaylandı artık dünyanın en pis şehirlerinden biri olduğu, o Dünyanın en romantik kentinin ...
Çöp içindeki sokaklar, resmen idrar kokuyor, ne kadar çoğalmış sigara içen ve izmaritini yere atan...
Ne kadar azalmış sokaklardaki Fransız sayısı, neredeyse herkes göçmen ... sokaklar, metrolar belli bir saatten sonra hiç tekin değil artık...
Huzursuzluk Eyfel'in tam altında dolaşan, makineli tüfekli, özel harekat polislerinin gözlerinde de okunuyor, toplum polisinin ulu orta kovalayıp, yakalayıp, tartakladığı göçmen seyyar satıcıların gözünden de ....
Haiti’li taksi şoförü bin pişman Paris’e iltica ettiğine…
Muhtemelen, Dünya’nın en çok fotoğrafı çekilen kentinde, hiç fotoğraf çekesim gelmiyor…
(yukarıdaki fotoğraf www.fromparis.com dan alınmıştır)

14 Kasım 2009 Cumartesi

Yeni Global Köyümüz, Shanghai, Shanghai...



Pudong sokaklarındaki çekik gözlü insanları ve karınca sürüsü gibi akülü bisikletleri görmesek, aklımızın ucundan geçmez buranın Çin olduğu...




















Ya da Huangru Nehrinin kenarındaki, gökdelenlerinin birinin çatı katındaki, "ultra modern" dekore edilmiş, "füzyon" restoranda kabarık bir hesap öderken..


Ya da 5 yıldızlı international bilmemne otelinin balo salonunda düzenlenen özel "thanks giving" yemeğinde Amerikan usülü hindi yerken ..


Her ne kadar ticari de olsa, merkezde bir kaç eski, bahçe, bina, çarşı pazar kalmış da biraz farkediyoruz İstanbul'dan 12 saatlik uçuş ( -nedense- Pekin'de bir aktarma ile toplam 16-17 saat ) uzaklığında olduğumuzu...

Hayal dahi edemeyeceğin şeylerin sahtesini (mesela bir kulaklığın ya da bir oyun konsolunun hatta bir otomobilin ) sana satmak için üzerine çullanan, koluna bacağına sarılan zararsız gençlere tekme tokat girişmemek için zor tutuyorsun kendini ...

Dünya'nın yeni finans merkezi olmakla, en yüksek binasını yapmakla, ve Dünya'nın en dinamik, en hızlı değişen ve gelişen şehri olmakla övünüyorlar, asıl değişmeden kalabilmenin marifet olduğu bu devirde ....



Gerçi insanlar değişirken, şehirler nasıl değişmesin ?
Şehirlerin suçu yok, insanlar değişiyor, değiştiriyor herşeyi...
Ve nedense hep gelen gideni aratıyor .... "Her şey eskiden daha güzeldi" gibi geliyor hepimize ... belki de hakikaten öyle ...










Yemek konusunda sıkıntı yok, ne istersen var, Çin yemekleri de gayet güzel, sevene, mesela o acılı tavuk çok güzeldi de keşke içinden tavuğun ayakları çıkmasaydı ....

10 Kasım 2009 Salı

Cennet Cehemmen birarada, Helsinki


"Hell sinki" diyor rockçu, punkçı, yaşları en fazla 16 olan, "marjinal" gençlik ( ki başka hiç bir şehrin sokaklarında bu kadar çok görmemiştim onlardan ) bu şehirdeki yaşam tarzlarını kastederek ...
Gerçi, dandik bir kaç karaoke bar, uyduruk bir kaç rock bar ve bildiğin piyanist şantörlü, bizim tavernaların Avrupa görmüşü, dans kulüplerinden başka bişey göremedim ben Helsinki gecelerinde ya hadi neyse ...



Ve yine "Hell sinki" diyor diğer büyük bir kalabalık; karanlık, kasvetli, yağışlı, soğuk havasını, yaşlı insanlarını ve can sıkıcı kent yaşamını kastederek ...


Oysa Helsinki'nin hemen dışındaki Hamelinaa ve Hyvinkaa'daki ahşap ve kesinlikle tel örgüsüz evleri görünce, yemyeşil bir coğrafyada, "işte budur" demiştim "cennet huzuru" ....
Sonra fıkra gibi bir İtalyan, bir İsveçli, bir Türk ve bir Fin'li "ne olacak bu gençliğin hali" diye konuşurken, geçen yıl Finladiya'da 6 ay arayla, oynadıkları bilgisayar oyunundan etkilenip, okullarını basıp, tarayan öğrencilerin hikayelerini duyunca, "Allah sonumuzu hayretsin" diyebildim ancak...



Ve fakat ne kadar da yakışmış bu sade ve renksiz şehre, rengarenk bisikletler ...

Avrupa'nın, içi ve dışı, en sade, en az süslü, katedralidir, Helsinki Katedrali muhtemelen ....

Peki neden herkesin suratı asık, bu kadar etkiler mi insanı iklim ?


Ve ne kadar güzel her şeyin doğal ahşap olması ... bol ve ucuz ya, hava alanı bile masif parke kaplı ....İskandinavya hayallerimi, biraz kırıklığa uğratan, Finlandiya ve biraz hoyrat ve sigara içen ve yere tüküren Sami halkının müsadesiyle, Stokholm, Bergen ve Kopenag'a erteliyorum ...


Sahi aslında cennet de cehemnem de, bizim içimizde de, bizim haberimiz mi yok acaba ?