20 Temmuz 2012 Cuma

Afrika'da Safari....

Silahları hiç sevmem, 10 ay belimde taşıdım, askerde, Hakkari Yüksekova’da, bir el ateş etmedim ! Hayvanları ve doğayı da çok severim, tabi normal bir insan olarak… Dolayısıyla avlanmaya çok karşıydım, ta ki işin aslını Kayınpeder’den öğreninceye kadar…


Kayınpeder, 10 yaşından beri izci, dağcı, kampçı, kayakçı, off-roadçu, tam bir doğa insanı… Doğayı hepimizden daha iyi tanıyor ve seviyor… Avcılığın da bir sürü kuralı ve etiği var, bilimsel yapılınca doğaya hiçbir zararı yok aksine, çeşitli katkıları var. O eski, kaçak avcılığa da en çok gerçek avcılar karşı zaten…
 

Ayrıca her şey gibi av da endüstrileşmiş, yani tüfeğini alıp, istediğin yerde, istediğin hayvanı vuramıyorsun, etrafı çevrili, içindeki hayvanlar özellikle yetiştirilmiş, ve buraya yerleştirilmiş. Avlaklarda  yılın yalnızca 4 ayı, vurduğun her hayvanın bedelini ödeyerek, mutlaka bir rehber eşliğinde avlanıyorsun… Bir nevi luna park aslında …


Johannesburg’tan 550 kilometre kuzeye taa Zimbabve sınırındaki, Misuna şehri yakınlarında, Clara adlı bir “Game Reserve” e geldik. ( Gelirken de Oğlak Dönencesinden geçtik, hiç bir şey olmadı ama yine de kayıtlara geçsin...)  Hafif bir tepenin üzerinde son derece zevkli döşenmiş tam Afrika tarzı harika bir av “lodge” u.


Temmuz’un tam ortası, biz de Yazın, burada Kışın tam ortası … Okullar sömestre tatilinde… Sabahları ve akşamları bayağı bir soğuk, öğlenleri ise ne de olsa Afrika güneşi, ısıtıyor insanın içini…  Avlandığımız yer tam anlamıyla Afrika’nın balta girmemiş ormanları, daha doğrusu çalılıkları...



Bizim ortaklar Wolf ve Albert; Wolf’un ortağı Ernest ve Ernest’in oğlu Ernest; ben, babam ve kayınpeder, toplam 7 kişi akşam vakti vardık, "Lodge’a" sonra gördük ki aslında av bahaneymiş, aslolan erkek erkeğe, bol bira, barbekü ve muhabbet ile doğa da keyifli vakit geçirmek …


Hemen sonra aramıza süper bir ahçı olan Ernest’in arkadaşı Tinas da katılınca biz de aynı tribe girdik ve belki de hayatımızın en güzel yemeklerini yedik, impala çevirme, soğanlı şaraplı wild beest ciğeri, odun ateşinde wild beest sırtı gibi ….


Ava gelince, çok zor işmiş, hele bölge de çalılık olunca bırak vurmayı görmek bile çok zor; 2 gün dolaştık kumda, benim sol bacağım hala ağrıyor; Bir el ateş bile etmedim, babam bir el ateş etti o da karavana … Kayınpeder ise pek gönlü olmasa da bir Zebra vurdu. Zebra eti yenmediği için çok makbul değil ama yine de serbest. Tabi 500 Euro karşılığı …Eski bir polis olan Albert ise ilk gün impala; ikinci gün wild beest,  vurdu o kadar ...


İlk gün eski bayimizin bana, Wolf’a ve Albert’a gönderdiği tehdit mesajı biraz canımızı sıksa da, keyfimizi kaçırmaya yetmedi, gördük ki doğada, temiz havada, dostlarla bir şeyler içip, yiyip muhabbet etmenin keyfi her şeye değer ….

Kural : Yine de sen silahtan uzak dur,  bulundurma, taşımayı düşünme bile… Silah beladır…
Ama muhabbetten uzak durma sakın, yaklaş, katıl.. Muhabbet,  devadır…

6 Temmuz 2012 Cuma

Kendi Mezar Tapusunu Alan Adam...


Babacığım Hüseyin Şedele, 13 yaşından beri, yaklaşık 50 yıl dişi ile tırnağı ile çalışmış, alnının teri ile kazanmış ve malla mülkle fazla işi olmamasına rağmen,  çocuklarının, torunlarının geleceği için birikimlerini kendi çapında gayrimenkulle değerlendirmiş…

Ve bu tapularını, durup durup saymak için değil, vergileri, vekaletleri falan kolay takip etmek için bir klasörde toplamış. Yeri geldiğinde, kendisinden çok daha fazlasını kazanan ama kazandığını bir güzel de harcayan, Amcam Fehmi Şedele, : “Bende bir klasör borç senedi, Sende bir klasör tapu!” diye takılırdı kardeşine...



Ama gerçekten de malda mülkte fazla gözü olmayan, hele artık 60’ından sonra gözü “yeni sevgilim” dediği motosikletinden başka bir şey görmeyen, fazla dindar da olmayan Babacığımın, hal ve  tavırlarından pek de benzetemeyip “buranın sahibi siz misiniz” diye soran müşterilerine :

“yok biz bekçisiyiz, sahibi Allah’tır” dediğine çok şahit olmuşumdur …. 

Geçenlerde "getirin o (meşhur) klasörü yeni bir tapu aldım onu da koyalım" dedi ve kendi mezar tapusunu gösterdi bize, çok üzüldük ablamla hatta kızdık, ne gerek vardı şimdi durup dururken kendini, bizi üzmeye... Ki benim çocukluğumdan beri en büyük korkularımdan biridir babamı kaybetmek. Çok sigara içer, pek kendine bakmaz çünkü ve neredeyse onu tanıyan herkesin hayatına dokunan, derin bir iz bırakan etkileyici, farklı bir insandır gerçekten. En çok, en derin de benim hayatımda iz bırakmıştır tabii...   



"Fakat" dedi "bu tapu, her zaman bu klasörün en üstünde kalsın, artık her ne sebeple olursa olsun, her açtığınızda, görün benim de sizin de sahibi değil bekçisi olduğumuzu..."

O günden beri ne zaman o klasörü açmak gerekse sağlığı sıhhati yerinde olan babamızın mezar tapusunu görür önce bir acayip olur sonra Allahım inşallah bu tapu bu klasörden hiç çıkmaz diye dua ederim...

Kural : Allah dilediğine verir, dilediğinden alır … Hayır da Allah’tan gelir, Şer de … Ve unutma; sen bekçisisin, sahibi Allah’tır ….

Temmuz 2012...

Not : Babacığım bu tapuyu aldıktan 7 yıl, ben bu yazıyı yazdıktan 4 yıl sonra, ben tam 40 yaşında, babam 67 yaşında 2016 Yılının, 8 Ağustos günü yatağında uyurken, kimseye yük olmadan, muhtaç olmadan, erkenden veda etti bu yalan Dünyaya...

Korktuğum başıma geldi O tapu ilk kez çıktı o meşhur klasörden...

Kural : Hüküm Allah'ındır....

2 Temmuz 2012 Pazartesi

500 Metre Yerin Altında, Kazakistan


 
Saat gece tam 12… İki Rus, bir Kazak, bir de ben, zifiri karanlık, uçsuz bucaksız, kurak düzlüklerinde ilerliyoruz Kazakistan’ın, Karaganda’dan Çezkazgan’a,  berbat bir yolda…  
Bulutların arasında aynı portakal dilimi bir yarım ay, fonda, yoldaki çukurlar yüzünden sürekli atlayarak çalan bir Enigma CD’si… Ucuz bir korku filminin giriş sahnesi gibi ….


Hiç sevmem gece yolculuklarını, hem de direksiyonda bir Rus, (ama günahını almışım ayıkmış bu, hayret!..) Son dakikaya kadar içimde bir sıkıntı, vaz mı geçsem diye düşünüyorum ama malum korkunun faydası yok hiçbir şeye, şoföre bir naneli çiklet bir de enerji içeceği verdim sonra vurdum kafayı yattım sabah 7'de Çezkazgan’a varana dek, uyumadım da, uyanmadım da… 

  ( Kazakmis'in Çezkazgan'daki Meşhur, "Mimari Harikası" Maden İşletme Binası )

Çezkazgan, dünyanın en büyük bakır üreticilerinden biri ( sanırım 2. si, piyasa değeri 13,5 milyar dolar ) olan Kazakmis’in ( Kazaklar çok güzel “Kazağmıs” diyor ) merkezi. Hem en büyük yeraltı maden işletmeleri burada, hem de ofisleri … 
2001 yılında babamla da gelmiş, 360 metreye inmiştik, tabii 11 yılda 360 metrede bir şey kalmamış, bu sefer 500 metreye iniyoruz, Rus Ivan, Kazak Azamet ve Ben ….


Zambiya’nın aksine buradaki “kafes” değil sadece asansör, biraz daha hızlı indi sanki ben de o kadar çok korkmadım galiba ama aşağıdaki duygu yine aynı, tarifsiz …
Aşağıda bir dünya var, dev bir labirent, kaybolanı bulamıyorlarmış, bozulan makineleri de yukarı çıkarmıyorlar aşağıda kalıyor, aşağıda ne kadar makine, araç gereç olduğunu da tam olarak bildiklerini sanmıyorum.



Önce yaklaşık 6 tane 40 tonluk makinenin aynı anda tamir edilebildiği servis noktasına gidiyoruz, oradan da bizim zincirlerin çalıştığı noktaya “disneyland” turumuz başlıyor …
Zambiya’ya bir Land Rover pikapın kasasında gitmiştik, bu sefer daha konforlu, Rus bir askeri minibüsten bozma aracın içindeyiz her tarafımız sac, off-road’un kralını yapıyoruz, zıplaya zıplaya gidiyor araç, bazen belki  45 – 50 derece rampadan iniyor, çıkıyor, suları saymıyorum bile, bu bölümü gerçekten çok eğlenceli, para versen yapamazsın, macera turizmi ….


Tabi başta o aracı hergün yaklaşık 10 saat kullanan sürücü olmak üzere, araçtaki hiç kimse benim kadar eğleniyor gibi görünmüyordu. Macere turizmi bir yana, yerin altındasın ve işte asıl şimdi anlıyorsun aslında ışık, güneş, oksijen, gökyüzü ne demekmiş... Gerçi hergün buraya indikleri için onlar alışmışlardır buna ve fakat her gün dışarıda olanlar da hiç bilmez ya gökyüzünün kıymetini ...

    ( Yukarı çıkmak için bekleme odasında asansörü bekleyen madenciler  )


Kural : Açık havanın kıymetini bil, fırsatın varsa tercihin hep dışarısı olsun, AVM'lere tıkışma, televizyona, bilgisayara yapışma, özellikle de bu sıcak yaz günlerinin en güzel saatlerini, sabahlarını ve akşamlarını harcama...
Sokağa Çık, Bahçeye Çık, Yola Çık, Gökyüzünün kıymetini bil !