28 Nisan 2010 Çarşamba

Ne ? Arabayla Almanya mı ?!?


“Geçerken bırakayım seni Münih’e” dedi, Hannover’deki fuarına sırf macera olsun diye arabayla giden arkadaşım, sanki geçerken Ataköy’e bırakacak!
“Ne!” dedim, “arabayla Almanya mı ? sağol, ben yıllar önce otobüsle yaşadım o maceraları, folklörcüyken, şimdi asla...”


Kimin aklına gelir İzlanda’daki o acayip isimli ( İzlanda’daki her şeyin adı acayip zaten ) yanardağın külleri, en ileri, teknolojiye sahip Avrupa havacılığını felç edecek ve ben de Münih’e arabayla gitmek zorunda kalacağım !?!



Sonra düşününce keyifli bir macera olabilir, hem kaçınılmazsa keyif almalı, ayrıca Ceddimiz atla gitmiş, biz otomatik vites, klimalı, navigasyonlu arabayla mı gidemeyeceğiz ?


2.500 km falan ama ne olacak 3 şoför değişe değişe gideriz derken, daha ilk durakta, Bulgaristan’da birini bırakmak zorunda kaldık!

Evrenin gücüne bir kez daha şahit oldum her şeye muhalefet ve olumsuz Abinin yeşil pasaportuna Şengen gerekmiyormuş ama Bulgar vizesi gerekiyormuş….


Pazartesi ( 19.04.2010 ) fuarımız başlayacak dünyanın en büyük fuarı ( http://www.bauma.de/ ) ve dünyanın parasını yatırmışız ölmek var dönmek yok… yola 2 şoför devam…

Hem eğer Sırbistan’a girebilirsek ( O Şengen’i hiç kabul etmeyenlerden ) yolumuz kısa ve açık görünüyor…

Bol dua, biraz şirinlik ve pasaportlar arasında 50 şer Euro maalesef Sırp Polisine fayda etmiyor ve bizi aynen geri iade ediyorlar Bulgaristan’a ….



Yolumuz 600 km ve yaklaşık 10 saat daha uzuyor ve gelmişine geçmişine saydırıyoruz Türk vatandaşını bu durumlara düşüren gelmiş geçmiş tüm idarecilerimizin….

Saat gece 1’i bulunca Vidin diye bir sınır şehrinde mecburen konaklıyoruz …



Ve daha işkence bitmiyor, Tuna’yı geçip Romanya’ya girmek için, 3 saat osuruktan bir feribotun dolmasını bekledikten sonra bir de rüşvetçi bi Romen Polisinin “herkes geçsin siz durun, siz Türk’sünüz sizi arayacağız, işleminiz uzun” muamelesine maruz kalıyoruz ama bir kuruş rüşvet vermiyoruz dangalağa…



Ve kendimi gülmekten alıkoyamıyorum salak bir suratıma, bir fotoğrafıma, bir suratıma bir fotoğrafıma dakikalarca bakarken…



Neyse Romanya’ya da giriyoruz sağ salim ama saat de 11’i falan buluyor ve Tuna’nın güzelliği bütün yorgunluğumuzu alıyor, nehir kenarından, bozuk yollardan, bir sürü tadilatın ve köyün arasından geçip 10 saat sonra falan varıyoruz nihayet medeniyete, Macaristan’a ….



Resmen meridyen değişiyor… yollar, binalar, doğa, insanlar …
Avrupa Birliğine giriyoruz yani… Gerçi Bulgaristan ve Romanya’da girmiş ama henüz milletin haberi yok …. O kadar fakirler ki... hala...



Macaristan – Avusturya – Almanya, Münih otoyol’dan hiç durmadan, gümrüksüz, sınırsız, uçarak geçiyoruz hava da kararıyor, gözlerimiz de kararıyor artık ölüyoruz yorgunluktan
Ne güzel diyoruz sınırsız, gümrüksüz, polissiz bir dünya… keşke bütün dünya girse Avrupa Birliğine !



Nihayet yaklaşık 30 saat direksiyon sallıyor ve 2 gün sonra, saat sabah 5’te varıyoruz hedefe ve diyoruz ki bir de bunun dönüşü var ….
Kural : Mecburiyetten keyif almaktır mutluluğun en kolay yöntemi ve üzgünüm ama hayat mecburiyetlerle doludur ...

5 Nisan 2010 Pazartesi

Melekler ve Şeytanlar, Santorini - Mikonos

Santorini ne kadar masumsa, Mikonos ( biz nedense Mikanos diyoruz ) o kadar arsız ...

Santorini, nam-ı diğer Thira, uçsuz bucaksız, muhteşem Ege'nin ortasında volkanik bir dağ yamacına kurulmuş, güneşin, rüzgarın, oksijenin bile bir başka olduğu bir cennet;

Mikonos ise teknik olarak hiç bir özelliği olmayan ama güzel pazarlanmış ve organize olmuş, günah ve günahkar dolu olduğu için, bir nevi cehennem...
( Hoş günahkardan çok, günahı ve günahkarı yerinde görmeye gelmiş bizim gibi "seyirciler" var... meşhur bir yer ya ... )

Santorini'de güneşin batışını Oia'dan seyretmek çok önemli, tam güneşin batma saatlerine yakın herkes güzel biryere konuşlanıp, ya da manzaralı bir restorandan "güneşbatımı fiks menüsü" alıp "ölmeden önce görülecek bilmemkaç şey" şartını yerine getiriyor...

Tamam bunda bir mahsur yok da, güneş battıktan sonra millet kimi alkışlıyor onu anlayamadık...

Mikonos'ta ise güneşin batışını değil de, diğer başka doğal güzellikleri görmek üzere Paradise ya da Süper Paradise beach'e gidiliyor tabii...
Tam bir hayal kırıklığı... Benim gibi yıllarca bu anı bekleyen arkadaşları uyarayım, sadece geyler ve yaşlı amcalar çıplak ! Bizim tam karşımıza, muhtemelen Kurtuluş savaşını, Venizelos'u falan görmüş, bir amca denk geldi ki, vay anam... O günden beri uzun yaşamak istediğimden pek emin değilim...


Tabi her iki adanın da, sokakları, evleri, havası, renkleri yemekleri, ( özellikle ızgara ahtapotu ) müthiş....


Santorini volkanik olduğu için plajlar kum değil ama deniz muhteşem, Mikonos'ta hem deniz, hem kum muhteşem ....


Sonuç olarak, hazır yaz da geliyor, günah işlemeyeceksen Mikonos'ta bi numara yok, güzelleri de bakarak sevap kazanacağın türden değil zaten, ama Santorini ömre bedel ...


Kural 17 : Deniz en büyük nimetlerden biridir, her imkanından faydalanmaya çalış, küçük de olsa bir teknen olsun, ya da teknesi olan bir arkadaşınn olsun, hiç olmadı sık sık vapura bin, denize gir, dal, çık, sahilde yürü...sakın denizden uzak kalma ve denizden baban çıksa ye!