18 Şubat 2020 Salı

Saklı Köy, Simena

-->

Geçen Yaz (2019) 2 uzun bayram tatili sayesinde Türkiye yollarında yaklaşık 4 bin km, kıyılarında ise 4 yüz mil yol yaptık ve bir kez daha hayran olduk bu cennet vatana … Çok klişe artık, söylene söylene anlamını yitiriyor ya da bazı yanlışlar, bazı doğruları götürüyor ama Türkiye gerçekten altı ayrı, üstü ayrı güzel bir cennet ülke …


Şöyle ki yol boyu İzmir’den sonra zeytin ağaçları, Muğla’dan itibaren devasa fıstık çamları eşlik ediyor bize… Manisa’dan kavun, Aydın’dan incir, Gökova’dan limon, Kekova’dan kekik balı alıyoruz… Adım başı bir kahverengi tabelada bir turistik belde, Fethiye’den Burdur’a kadar 14 tane antik kent saydım sonra yoruldum bıraktım … Bir bu kadar da bilinmeyen, hiç kazıya başlanmamış olduğu tahmin ediliyor …


Üstünde bu kadar güzellik yetmiyormuş gibi altından da şifalı su çıkıyor bir çok yerde  Kaplıcalarımız var…. Rengarenk mermerimiz var; rengini Burdur bej mermerinden alan Salda gölümüz var… 3 yanımız deniz, koylar gez gez bitmiyor Dominik’ten Avustralya’dan gelen yelkenciler var …  Var oğlu var … Ama ben en çok Kekova’dan etkilendim, Simena (Kaleköy) ve Üçağız’ı görünce şaşırdım ve utandım “böyle bir yerin varlığından nasıl haberdar olmayız, daha önce neden hiç gelmedik” diye …


Aslında hepimiz biliyoruz, Türkiye’nin muhtemelen Kız Kulesi ve Ölüdeniz ile birlikte en meşhur tanıtım fotoğrafı buranındır ama buranın neresi olduğunu bilen ve gelen giden pek yoktur, belki de güzelliğini buna borçludur.


Biz denizci bir arkadaşın tavsiyesi ile tekneyle gidip Kekova adasındaki, Türkiye’nin en güzel koyu olduğunu iddia ettiği Karaloz koyunda demirledik. ( Kekova adasındaki, Deniz atı şeklindeki koy ) Botla gezerken Kaleköy olduğunu sonradan öğrendiğimiz köye doğru ilerlerken gerçekten şaşkına döndüm … Zaten çok güzel bir yer, bir de masmavi denizden hayal alemi gibi, tarihi bir film platosu gibi göründü gözüme … kat kat kerpiç evler, rengarenk çiçekler, begonviller, tepede bir kale, bir amfi tiyatro, her yerden fışkıran lahitler …


  
Yanaştık bir iskeleye, hayatımın en utanç verici sorularında birini sordum kıyıdaki teyzeye : “Burası neresi ? ” birkaç küçük restoran, birkaç küçük pansiyon o kadar, bir bakkal, 2 dondurmacı … Sabit nüfusu 150 kişi, karadan bağlantısı yok, her şey tekne ile Üçağız köyünden ya da Demre ilçesinden geliyor … Bayram tatili olmasına rağmen son derece sakin, huzurlu … Yaşlı Alman Turistler olur ya hani “görür görmez aşık oldum, hemen yerleşmeye karar verdim” falan derler aynen öyle hissettim.



Ertesi gün dönmemiz lazım “keşke daha uzun kalabilsek” diye içimden nasıl geçirdiysem bir mucize oldu ve bir gece daha konaklamak zorunda kaldık. Mucize derken aslında önce kötü bir şey oldu dingi botumuzu açık denizde kaybettik akşama kadar bulamayınca o gece Kaleköy’de konaklamak zorunda kaldık. Sonra artık umudu kesince sabah erkenden demir alıp geri dönüyorduk, aynı gün daha 780 km de karayolumuz vardı ki, bot karşımıza çıktı. Anlattığımız kimse inanamadı koca Akdeniz’de minnacık botu kaybettik, 24 saat sonra yolumuzun üstünde, tam karşımızda bulduk. Kaleköy bize önce eşşeğimizi kaybettirdi, üzdü sonra karşımıza çıkardı sevindirdi … Ama yine de kalbimiz Kaleköy’de, Simena’da kaldı …