Geçen Yaz (2019) 2 uzun bayram tatili sayesinde Türkiye yollarında
yaklaşık 4 bin km, kıyılarında ise 4 yüz mil yol yaptık ve bir kez daha hayran
olduk bu cennet vatana … Çok klişe artık, söylene söylene anlamını yitiriyor ya
da bazı yanlışlar, bazı doğruları götürüyor ama Türkiye gerçekten altı ayrı,
üstü ayrı güzel bir cennet ülke …
Şöyle ki yol boyu İzmir’den sonra zeytin ağaçları, Muğla’dan
itibaren devasa fıstık çamları eşlik ediyor bize… Manisa’dan kavun, Aydın’dan
incir, Gökova’dan limon, Kekova’dan kekik balı alıyoruz… Adım başı bir kahverengi
tabelada bir turistik belde, Fethiye’den Burdur’a kadar 14 tane antik kent
saydım sonra yoruldum bıraktım … Bir bu kadar da bilinmeyen, hiç kazıya
başlanmamış olduğu tahmin ediliyor …
Üstünde bu kadar güzellik yetmiyormuş gibi altından da
şifalı su çıkıyor bir çok yerde
Kaplıcalarımız var…. Rengarenk mermerimiz var; rengini Burdur bej
mermerinden alan Salda gölümüz var… 3 yanımız deniz, koylar gez gez bitmiyor
Dominik’ten Avustralya’dan gelen yelkenciler var … Var oğlu var … Ama ben en çok Kekova’dan
etkilendim, Simena (Kaleköy) ve Üçağız’ı görünce şaşırdım ve utandım “böyle
bir yerin varlığından nasıl haberdar olmayız, daha önce neden hiç gelmedik”
diye …
Aslında hepimiz biliyoruz, Türkiye’nin muhtemelen Kız Kulesi
ve Ölüdeniz ile birlikte en meşhur tanıtım fotoğrafı buranındır ama buranın
neresi olduğunu bilen ve gelen giden pek yoktur, belki de güzelliğini buna
borçludur.
Biz denizci bir arkadaşın tavsiyesi ile tekneyle gidip
Kekova adasındaki, Türkiye’nin en güzel koyu olduğunu iddia ettiği Karaloz
koyunda demirledik. ( Kekova adasındaki, Deniz atı şeklindeki koy ) Botla gezerken Kaleköy olduğunu sonradan öğrendiğimiz köye
doğru ilerlerken gerçekten şaşkına döndüm … Zaten çok güzel bir yer, bir de
masmavi denizden hayal alemi gibi, tarihi bir film platosu gibi göründü gözüme
… kat kat kerpiç evler, rengarenk çiçekler, begonviller, tepede bir kale, bir amfi tiyatro,
her yerden fışkıran lahitler …
Yanaştık bir iskeleye, hayatımın en utanç verici sorularında birini sordum kıyıdaki teyzeye : “Burası neresi ? ” birkaç küçük restoran, birkaç küçük pansiyon o kadar, bir bakkal, 2 dondurmacı … Sabit nüfusu 150 kişi, karadan bağlantısı yok, her şey tekne ile Üçağız köyünden ya da Demre ilçesinden geliyor … Bayram tatili olmasına rağmen son derece sakin, huzurlu … Yaşlı Alman Turistler olur ya hani “görür görmez aşık oldum, hemen yerleşmeye karar verdim” falan derler aynen öyle hissettim.
Ertesi gün dönmemiz lazım “keşke daha uzun kalabilsek” diye
içimden nasıl geçirdiysem bir mucize oldu ve bir gece daha konaklamak zorunda
kaldık. Mucize derken aslında önce kötü bir şey oldu dingi botumuzu açık
denizde kaybettik akşama kadar bulamayınca o gece Kaleköy’de konaklamak zorunda
kaldık. Sonra artık umudu kesince sabah erkenden demir alıp geri dönüyorduk,
aynı gün daha 780 km de karayolumuz vardı ki, bot karşımıza çıktı. Anlattığımız
kimse inanamadı koca Akdeniz’de minnacık botu kaybettik, 24 saat sonra
yolumuzun üstünde, tam karşımızda bulduk. Kaleköy bize önce eşşeğimizi
kaybettirdi, üzdü sonra karşımıza çıkardı sevindirdi … Ama yine de kalbimiz Kaleköy’de,
Simena’da kaldı …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder