12 Kasım 2015 Perşembe

Küba, Havana 1. Bölüm : Hayaller Gerçek Oluyor…



Çoğu birbirine benzeyen 150’nin üzerinde şehir gördükten sonra, Fidel Castro ölmeden, Sosyalizmin son kalelerinden, tropik Küba’ya gitmek uzun zamandır hayalimdi…39 yıllık firma tarihimizde ilk kez Küba'dan bir talep alınca ve 33. Uluslararası Havana Ticaret fuarına Türkiye Milli Katılımı olduğunu duyunca,  Moskova üzerinden uzun ve zorlu bir yolculukla attık kendimizi Havana’ya, ( tam teşekküllü, süper seyahat arkadaşı Nezih Abi ile birlikte… Bavulumu hazırlarken kendi kendime eğer bir şey unuttuysam “mühim değil nasıl olsa Nezih Abi almıştır” diyorum)


Yılın en güzel zamanlarından biri Kasım ayı hava 28-32 derece bandında… ki aslında bütün yıl bu civarlarda zaten… Aralık - Ocak biraz daha serin, Temmuz - Ağustos biraz daha sıcak o kadar…
Epey nemli, (Tütün ve Puro kalitesi biraz da bu nemden kaynaklanıyor)  arada sırada, aniden, inanılmaz bir yağmur bastırıyor, 5 dakika sonra her yer günlük güneşlik… Tabi böyle olunca her yer yem yeşil, palmiyeler, muz ağaçları, mango ağaçları, rengarenk çiçekli tropikal ağaçlar… Ağaçların dallarında çeşit çeşit, cıvıl cıvıl tropikal kuşlar, hatta şehrin semalarında akbabalar, flamingolar, turnalar…

Kimisi bakımlı gıcır gıcır, kimisi kırık dökük ama hepsi rengarenk, eski Amerikan arabaları… Kimisi bakımlı, kimisi harabe ama hepsi sanat eseri, estetik, ruhu olan binalar … Bu binalar da ne hikayeler, ne tarih …

(Çim Biçme Makinesine Dikkat ! )

Kristof Kolomb 1492 de adaya ayak basıyor ve İspanyol Kolonisi, yerlileri kesmeye başlıyor, 100 bin olan nüfus 5 bine kadar düşüyor…  Özellikle şeker kamışı ve tütün çok stratejik mallar o zaman, bugünün petrolü gibi… İspanya sömürdükçe sömürüyor, 1898 yılında ABD “yeter artık biraz da biz sömürelim” diyip, İspanya ‘ya  savaş açıyor… 1902 yılında Küba’ya “özgürlük” kazandırıyor ABD sağ olsun… Başta Batista olmak üzere kendi taraftarı diktatörleri iş başına getirip, el altından sömürüyor bu güzelim Karayipler adasını, zaten, arka bahçesi gibi Miami’ye 80 mil uzaklıkta…



 1950’lerde Fidel Castro önderliğinde sosyalist hareket başlıyor ve Che Guevara’nın da katılımıyla 1959 yılında Fidel, bin kişilik bir birlikle Havana’ya girip yönetime el koyuyor. Meşhur Küba Devrimini gerçekleştiriyor..

 ( Castro'nun 8 saat süren yüzbinlerce kişinin dinlediği meşhur devrim konuşmasını yaptığı :                                           Plaza de la Revolucion - Devrim Meydanı)

Batista ve yandaşları apar topar ABD’ye kaçıyor.  Kaçamayanları Havana’da yargılayıp asıyorlar… Bunlardan biri olan Batista’nın Avukatı  Mena Gomez’in evi şu an Türkiye Büyükelçiliği binası… Ayrıca Fuara katılan Türk heyeti de Aynı 1961 yılında Nazım Hikmet’in kaldığı gibi, Habana Libre (Özgür Havana – Eski Hilton) Otelinin 24 üncü katında kaldılar. Otelin lobisinde Nazım’ın 24. Kattan Havana’ya bakan fotoğrafı duruyor.. ( aslında Nazım, Abidin Dino’ya “mutluğun resmini yapabilirmisin diye sorduktan sonra” 1961 yazı ortaların Küba’nın resmini yapabilirmisin” diye de sormuş… )


Her yer hikaye dolu diye bu tesadüfleri, Türkiye Ticaret Ateşesi (muhtemelen Türkiye tarihinin en güler yüzlü ve enerjik diplomatı) Belma Hanım’dan dinledikten sonra biz de öğreniyoruz ki, Che Guevara’nın büyük kızı Aleida Guevara da bizim karşı komşumuzmuş ! Hemen bizim kaldığımız bahçeli evin karşısındaki mütevazi bir evde oturan Aleida, görüşme talebimizi, haklı olarak, kibarca reddetti, Kadıncağız 3,5 milyon turistin hangi biriyle görüşsün… Ama öğrendik ki Che Guevara’nın 2 torunu da dedeleri gibi Doktor olmuşlar…  (İletişim Fakültesinde öğrendiğimiz, ama maalesef ülkemizde asla uygulanmayan basın meslek ilkelerinden, özel hayatın gizliliğine saygımızdan Aleida'nın evinin fotografını yayınlamıyoruz...)


Tıp çok ileri zaten Küba’da,  çok başarılı doktorları ve kendi üretimi, çok etkili ilaçları var. Bir çok bina ve iş yeri düzensiz, tertipsiz, raflar bomboş olduğu halde bir eczaneye girdiğimizde, düzene, tertibe ve temizliğe inanamadık… Zira sağlık bir “sektör” olarak, “ticaret” olarak görünmüyor bir kamu hizmeti,  gönüllü bir sosyal yardım gibi, istekle ve inançla yapılıyor… Başkasının sağlığından nasıl para kazanırız diye hesaplar yapılmıyor yani… devamı




Küba, Havana 2. Bölüm : Hayaller Suya Düşüyor


Sovyetler Birliği dağılıp, yardımlar kesilince ekonomik kriz ve fakirlikten kurtuluş yolu Turizm olmuş, bireylere pansiyon işletme, taksicilik, rehberlik vb. izinler verilmiş. Çok güzel oteller ve restoranlar var, bir çok yerde kredi kartı geçmiyor, ATM’den para çekmek zor, ve hiç de ucuz bir yer değil… ( Ayrıca burada fark ettik, kredi kartına o kadar alışmışız ki, artık nakit yönetimini unutmuşuz, hiçbirimiz hesabımızı bilemedik, bütçeleri tutturamadık...)

(Arkadaki ucube, Rusya Konsolosluğu, çok yakından tanıdığımız "büyük bina büyük ülke kompleksi")

Küba, Komünizmin son kalesi değil artık, Turizm’in yeni gözdesi.  Gezerken artık bir sosyalist ülkede olduğumuzu hiç hissetmiyoruz..  Fidel hayatta olsa da, ABD, “Vatan yahut Ölüm” meydanın karşısına Konsolosluk açmış olmasaydı  da,  Nazım’ın  1961 yazı ortalarındaki Küba’yı görmek artık imkansız, Özellikle de Havana’da…


Biraz da iklimin etkisi tabi hiç kimsede bir stres, gerginlik yok, herkes çok sakin ve yumuşak hiç kimsenin acelesi yok. Araç o kadar az ki, trafik hiç yok, ( Allah’tan az araç var, yoksa eski araçların egzost dumanı, yağ ve benzin yanığından geçilmezdi ) Her yer otopark. Her seferinde en turistik yerin en merkezine arabamızı koyabiliyoruz, tabi değnekçilere bir sakal karşılığında… 


Para tatlı gelmiş sonuç olarak, tüketim zehri bünyelerine zerk olmuş, artık geri dönüş yok… Herkesin elinde bir akıllı telefon, wifi çeken bir restoran ya da otel duvarının dibinde kümelenmiş, Miami’deki akrabaları ile konuşuyor,  sosyal medyayı kurcalıyor ya da oyun oynuyor… “Ne yapalım diyor”, rehberimiz “internet bizim için çok yeni bir şey, şimdilik en büyük keyfimiz … “ Biz de uyarıyoruz, “geçmiş olsun, internetsiz, TV siz, parasız günleri çok arayacaksınız…”


Boylu boyunca sahil, kayalık biraz denize girmek zor ama zıpkınla dalmak için ideal… Gençler kordonda ( Malecon )  özellikle de akşamları cıvıl cıvıl, kimi enstrüman çalıyor, kimi dans ediyor, kimi balık tutuyor…  Ada ülkesi ama balıkçılık çok zayıf, sahilden oltayla balık tamam ama tekneyle açılıp balık tutmak yasak, çünkü tekneye atlayan soluğu Miami’de alıyor… Restoranlarda Balık çeşidi az, ama lezzetli, böcekler de lezzetli ve hesaplı ama et kötü ve hijyenik değil… Halk genelde tavuğa talim…


Müzik ise her köşe başında, en küçük kafeden en büyük otel lobisine kadar her yerde canlı müzik.. hem turistik hem de genlerde var… Kaçak puro almak için ara sokaklarda bir eve giderken gördüm,  ( sıcaktan bütün evlerin kapı ve pencereleri sonuna kadar açık, ve dünyanın en güvenli şehirlerinden biri, hırsızlık yan kesicilik diye bir şey yok! )  son derece küçük ve fakir bir ev ama içeride bir sürü müzik aleti vardı.. Biz de az oynak sayılmayız, aldık birer marakas ve klave daldık her gördüğümüz ekibin içine..  Buena Vista Social Club ( Cafe Taberna )  dahil en az 10 gruba katıldık, çaldık iyi kötü, bir tanesi kötü bir tepki vermedi… Benim özellikle Türkiye’de çok fırça yemişliğim vardır, yiyeceğiz sanki enstrümanlarını…


Bu arada Ülkeye bağımsızlık getiren ve neredeyse 50 yıldır ülkeyi tek başına yöneten, tüm halkın kahramanı Fidel Castro’nun ülkede heykeli, posteri  yok denilecek kadar az. İsmine bir cadde, üniversite, havaalanı falan hiç yok. Ne mütevazilik. Aramızda şakalaşıyoruz “ bizim bu taraflarda olsa adam komple ülkenin adını değiştirirdi : Castroistan.   Bunu sorduğumuz rehberimiz diyor ki : “o daha ölmedi ki,  ölünce hatırlamak için ismini, heykelini yaşatırız diyor…” Bence de kesinlikle yaşayan bir şahsın ismi herhangi bir şeye verilmemeli, insanlık hali sonra o ismi oradan silmek gerekebilir…



Kural : Hikayelerin kıymetini bil… dinle, anlat, öğren, yaşa… unutma insanlar gider, hikayeleri kalır…