10 Şubat 2012 Cuma

Okyanus ve Mehtap, Cape Town


Cape Town’un kısa tarifi : Bir miktar Portekiz, bir tutam İngiltere, bir çorba kaşığı Hollanda, bir tatlı kaşığı da Afrika… Zaten Afrika'nın acıklı kısa tarihi de böyle : Portekizler keşfetmiş, Afrikalılar Kovulmuş, Hollandalılar kurmuş, İngilizler geliştirmiş, Afrikalılar geri gelmiş…



Motosiklet maceramız dolayısıyla, Cape Town’un birinci şartı; Masa Dağına çıkıp şehre tepeden bakamıyoruz, zaten biz insanların neden böyle tepeden bakma eğilimimiz var her şeye, çözememişimdir hiç…
Bu arada ilk okuduğumda “Masa” dağını” Masai” falan gibi yerli dilinde bir şey sanmıştım meğer, dağın tepesi düz diye “Table” diyorlarmış…



2. kural, Albert and Victoria Waterfront’ta yemek, Güney Afrika şarabı ve birazcık alışveriş şartını yerine getiriyorum çok şükür... Green Market Square ve St George’s Mall'daki Afrika tezgahlarındaki birkaç tişört dışında, Atlas Pasajı’ndakilerle aynı ve çok daha pahalı her şey.
Bu acı tecrübeyi ilk geldiğimizde Johannesburg’tan aldığımız, torba torba, zar zor taşıdığımız her şeyi; yarı fiyatına Atlas Pasajında görünce yaşamıştık …



Aslında ben bir yeri gezerken, başka bir yere benzetmeyi, özellikle de “adamlara bak tarihi ne güzel korumuşlar bizde olsa kesin yıkıp yerine AVM yaparlardı” gibi aslında doğru olan karşılaştırmaları hiç sevmem, ama O uçakta tanıştığım, "bence dünyanın en güzel kenti İstanbul değil Cape Town" diyen İrlandalı kadın yüzünden gıcığım Cape Town’a. Dolayısıyla şöyle bir karşılaştırma yapabilirim :

Çeşme Marina, Albert & Victoria Waterfront’tan
İstiklal Caddesi, St.Georges’ Mall’dan
Anadolu Kavağı’ndaki Yoros Kalesi, Masa dağından
Ortaköy, Green Market Square’den

Bin kat daha güzel değilse, ben de Afrika’lı olayım …



Tabi şu da bir geçek ki, havasında bir sakinlik, hatta gevşeklik, huzur, keyif var. Ne de olsa aslı bir tatil beldesi, Dünya zenginlerinin son yıllardaki yeni yazlık ev ( şato desek daha doğru olur ) trendi, Cape Town. Bir de Mandela’nın hapis yattığı Robben Adası ve Balinaların izlendiği Hermanus varmış, benim gidemediğim…



Çok anlamam ama, şarapları da meşhur, gayet de güzel… Buz gibi okyanus suyunun yağlı yağlı Sole ve Hake balıkları da süper… Bir de meşhur “smoked snoek” lerinden tatmadan dönmeyin sakın eğer yolunuz bir gün dünyanın bu, gerçekten köşesine düşerse …
 


Bu arada, taa Dünyanın bu öteki ucunda, bizim Kırıkkale Yahşihan Sanayi Bölgesindeki komşularla karşılaşmak ne tesadüftü yahu ...



Kural : Hiç bir şeyi, hiç bir yeri, hiç bir zamanı birbiriyle karşılaştıramazsın aslında, çünkü herşeyin, her yerin, her zamanın kendine göre özellikleri ve güzellikleri vardır, bir tek insan her yerde insandır (Burada da zenciler o kadar fakir, beyazlar o kadar zengin ki... hümanist duygularım kabardı, kusura bakmayın)