20 Mart 2013 Çarşamba

Hoppa Gangnam Style, Nehrin Güneyi, Seul



Bir çok büyük şehir gibi Seul de sulak bir yerde, Han nehrinin kıyısında. Nehrin kuzeyi; Gangbook, şehrin eski merkezi, güneyi meşhur Gangnam ise modern merkezi ... Tahmin edildiği gibi Gang, nehir demek, nam güney, book da kuzey ...


Çevre adalarıyla birlikte, Seul İl sınırları içinde yaklaşık 25 milyon kişi yaşıyor, bu da tüm ülkenin yarısı demek, inanılmaz bir rakam. Özellikle Gangnam acayip kalabalık ve çok genç bir nufüs, sanki bütün Seul 18 yaşında! Herhalde, İstiklal Caddesinden sonra Dünyanın en yoğun genç pöpülasyonu Gangnam'da olsa gerek...


Tabi hazirun genç olunca pazar da kendiliğinden oluşuyor : elektronik ve yeme içme... Adım başı bir kahve dükkanı, envai marka, adım başı bir tavuk-bira restoranı ve adım başı bir karaoke bar ( Çin'de de böyle nedense uzak doğulular karaoke ye bayılıyorlar ) 
Tabi bol bol da sokak yemekleri... Görüntüler muhteşem ama kokusu felaket, içerik de biraz şaibeli olduğu için biz kestaneye talim, kokoreç.-midye-dolmaya duacıyız ... ( Muhtemelen bir İngiliz de İstanbul'a geldiğinde bize aynı muameleyi yapıyordur, hakikaten görüntü ve içerik olarak bizim sokak yemek kültürümüz de uzak doğudan az değil yani... )


Kore'nin ekonomik hikayesi de efsanedir, Almanya ve Japonya'dan bile sonra, 60'lı yıllarda, yüz yıllar boyunca işgal altında yakılıp yıkıldıktan sonra ( özellikle de Japonlar tarafından ) bir de Kuzey'deki kardeşleri ile birbirlerine düştükleri halde ki hala ortam gergin, 40 yıl gibi kısa bir sürede nasıl planlamış, nasıl organize olmuş, nasıl çalışmış çabalamışlarsa bugün Dünya devi olmuşlar ...   
Ayrıca Kore Savaşına Amerika ve İngiltere'den sonra en çok askeri Türkiye gönderdiği için de hala Türklere minnettarlar.


Yıllarca Kore'liler çok milliyetçidir, hiç ithalat yapmazlar, hep yerli malları kullanırlar diye bilirdik hakikaten de öyleymiş çok yakın bir zaman kadar ama artık Kişi başına düşen yıllık gelir 20 bin doları aşınca lüks ve ithal tüketim başlamış.... Ben ilk kez bir havaalanında Louis Vuitton mağazası gördüm ve ilk kez bir havaalanındaki mağazaların akşam mesai saati bitti diye kapandığını ...


Japonya kadar olmasa da burada da bir beyaz eldiven ve ağız maskesi tribi var, genel olarak temiz de adamlar. Bazı ofislerde ve bazı otellerde odaya girerken ayakkabı çıkarılıyor. Bu, bir Türk olarak bana bile acayip geldi ama aslında otel odası da iş yeri de ev gibi birer yaşam alanı... Şehir, sokaklar çok da temiz sayılmaz ama metro, taksiler, yollar, parklar, binalar, havaalanı her yerde teknolojinin, medeniyetin izlerini görebilirsin. Ve kesinlikle bu kültürün, bu tarzın, bu farklı bakış açılarının alfabeyele, dille bir ilgisi var ama bunu dil bilimcilere bırakalım ...


Elektronik düşkünlüğü ve özellikle de cep telefonu çılgınlığının başkenti burası herhalde. Otobüs tarifesi, metro haritası, ingilizce sözlük herşey cep telefonunda... Bir araştırma, aralarında Kore'nin de bulunduğu gelişmiş ülkelerdeki cep telefonu kullanıcıların cihazı ortalama 6 dakikada bir kontrol ettiğini ortaya çıkarmış. 6 dakikada bir! tabi eskiden sadece telefon çalınca bir de mesaj gelince bakardık şimdi e-posta, tweet, beğen, yorum, instagram, foursquare, whatsapp, message me, bilmem me, bir sürü uyaran oldu, aklımız sürekli telefonda. Karar verdim telefonumdan facebook ve tweeter i sildim, e-postalara sadece seyahatlerdeyken bakıyorum, diğer tüm uyarıcıları da kapattım. Arkadaşlarla bir aktivite yaparken de, gelen arama dışında telefonlara bakmayı yasaklamayı düşünüyorum. Telefonla uğraşmaktan adam akıllı oturup konuşamaz, dinleyemez olduk !


Kural : Hiç bir şeye bağımlı olma ama hiç bir şeye. Her an, her şeyi bırakabilme gücüne ve özgürlüğüne sahip ol.


16 Mart 2013 Cumartesi

Burnumuzun Dibi, Burnumuzun Direği, Plovdiv



Burnumuzun dibindedir Plovdiv, Türkçesi Filibe... Bizans'taki adı Filipopolis, Filip'in Şehri.. Zamane gençler ise kelime oyunu yapıyor "P love div" diyor ve tesadüf bu ya burası da 7 tepe üzerine kurulmuş, Şehrin göbeğinde bir antik kent, yeni yeni gün yüzüne çıkıyor, bir kısmı da bir alışveriş merkezinin içinde kalmış...


Sultanahmet meydanındaki hipodrom gibi dev bir Roma hipodromunun tam girişi, Cuma Meydan'ında... Adı Bulgarca'da da Cuma Meydanı, meydanda heybetli bir Osmanlı Cami, asıl adı Hüdavendigar Cami, I. Murad tarafından 1364 te yaptırılmış ama sadece Cuma günleri kalabalık olduğu için daha çok Cuma Camii diye adlandırılıyor...


Sağolsunlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiş, pırıl pırıl, tertemiz bir halde, dim dik ayakta duruyor ama hala sadece Cuma günleri birazcık kalabalık oluyor...


Biz de tam Cuma vakti Plovdiv'deyiz, daha az kalabalık oluyor ve otoparkı var diye tercümanımız bizi Meriç nehrinin kıyısındaki Şahabettin İmaret Camine götürüyor. Bu Cami, II. Murad tarafından 1444'te yaptırılmış, zira Plovdiv önemli bir Osmanlı kenti. 17. yüzyılda burada yaklaşık 53 cami, 70 okul, 9 medrese ve diğer bir çok Osmanlı Eseri varmış ...


Bazı şeyler gerçekten dile kolay geliyor, 600 yıl. .. Camilerin yapılış tarihine dikkat ettiniz mi? İstanbul'un fethinden daha erken ... Yani aslında bu topraklar da en az Anadolu kadar, İstanbul kadar Türk topraklarıdır ... 600 yıl bir coğrafya'da yaşamak... Kıyas için Amerika'ya bak tarihi 200 yıl, Türkiye Cumhuriyeti 90 yaşında... 600 yıl çok uzun bir süre ve bu sürenin izleri, o kadar tahribata rağmen hala devam ediyor. ..


Ama maalesef bizim İmaret Camii, henüz restore edilmemiş, dökülüyor... Bahçesindeki mezarlık dağılmış, taşları bir kenara dizmişler... klasik ama doğru biz Modern Türkiye Cumhuriyeti nesilleri olduğumuz için Osmanlıca bilmiyoruz ve dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz....


İçeride çok az bir cemaat... Aralarından bir müezzin çıkıp vaaz veriyor, herkes birbirini tanıdığı için cemaatten soru soran, cevap veren oluyor ki bu hep benim ilgimi çekmiştir. İmamlarda ne büyük güç var diye düşünmüşümdür. Büyük bir topluluğa istediğini söylüyorsun, herkes dinliyor, bırak itiraz etmeyi, soru bile soramıyor....


Tam 1 Mart'ta buradayız ve bugün baharın ilk günü olduğu için her yerde kırmızı iplerden çeşitli figürler herkes bileğine takarak ya da yakasına asarak kutluyor baharın gelişini. Ve tabi komünizm etkisi, şehrin en işlek yerinde en görkemli bina tiyatro binası... Küçücük şehir ,10 dan fazla üniversite var, eğitim ve kültür düzeyi çok yüksek ama maalesef bir türlü yoksulluktan kurtulamıyorlar... Avrupa Birliğine gireli neredeyse 5 yıl olmuş, tabi sihirli değnek yok, pek bi değişim gelişim olmamış... Tam bugünlerde elektrik fiyatlarına gelen zamlar yüzünden olaylar çıkmış Başbakan istifa etmişti ...


Bu arada biz de aslında buraya iş için gelmiştik, işimiz de Bulgaristan'ın belki de Avrupanın en büyük Bakır Madenlerinden birinde, fotograf çekmek için gözlem kulesine çıkıyoruz, gördüğümüz sahne nefes kesici... Neredeyse 300 metrelik dev bir çukurda, karınca gibi çalışan dev makineler ...


Kural : Eleştir, tartış ama sakın ecdadına küfretme, ettirme ! Tarihini öğren, sahip çık ve gurur duy, sen yer yüzündeki en şanlı, en şerefli ecdadın torunusun, en şanlı , en şerefli milletin evladısın.