Hiç yaşamadım Elazığ’ı, toru topu 2 kez gittim ama
hem anne hem baba tarafından iyi Elazığ'lıyımdır, hatta Harput’luyumdur bilmem kaç kuşak. Müziği,
çayda çırası, orciği, bastığı, kofiği, iri köftesiyle büyümüşümdür, iyi bilirim
kültürünü...
Birinci derece hiç akrabamız kalmamış, köyümüz, evimiz,
tarlamız zaten yok… Babamın kuzenleri var yalnızca onlarla da pek samimiyetimiz
yoktu; ta ki bu kuzenlerin en büyüğü Erdem Abi bir 23 Nisan günü İstanbul’a
gelip ailenin erkekleri Serkan, Kemal Abi, Amcam ve beni bir yemekte buluşturana
kadar. Saatlerce aralıksız konuştuk söyledik, güldük ve anladık ki gözden ırak
olan her zaman gönülden de ırak olmuyormuş… O kadar çok ortak mevzu, o kadar
çok hasret varmış ki muhabbete doyamadık 3 mekan değiştirip sonunda kendimizi, gece vakti, Turgut Şedele’nin ( Kemal Abi’nin Babası )
mezarı başında ağlarken bulduk, aslında o gün ve Turgut Şedele de başlı başına
bir hikayedir, sonra bir ara anlatırım belki ….
Erdem Abi’nin daveti üzerine, bizim tanımadığımız bir komşusunun kına gecesi
bahanesiyle, sıcak bir Ağustos günü Babamla
birlikte "memlekete gittik". Amcam bizden bir gün önce gidecek ve bir araba
kiralayacaktı ki orada kimseye yük olmayalım, istediğimiz gibi gezelim… Dakika
bir, gol bir, şamata başlamıştı. Amcam bir külüstürle geldi… Bineceğiz, kapı
açılmıyor, valizimizi koyacağız bagaj açılmıyor, cam kapanmıyor, klima
çalışmıyor, yarısına kadar su dolu plastik bardak kül tabağı, ama keyfimiz
yerinde…
Dedim “bu
nasıl kiralık araç böyle?” Yok dedi “kiralık değil, yoğun sezon hiç bir yerde
kiralık araç yok, bu bizim kaldığımız otelin müdürünün arabası, ödünç aldım,
beni çok sever…" Amcamı herkes çok sever
zaten… Dünyanın en hoş sohbet, en güler yüzlü, en tarz insanıdır… 2 gece kalacağız, 3 çift bembeyaz ayakkabı
getirmiş, beyaz pantolon, beyaz kemer, beyaz tespih, beyaz yüzük, beyaz kasket,
kına gecesine özel pembe gömlek! Her zamanki
gibi saçlar uzun, bıyıklar pala…“Ben keyif adamıyım, gönül adamıyım” der, “işle güçle, parayla pulla
pek işim olmaz, zaten pek param da olmaz, hayatım boyunca çalışmadım, gezdim,
çok insan tanıdım ve fotoğraf çektim, çok güzel bir hayat yaşadım, çok şükür”
der ve ben de ister istemez karşılaştırırım bir tarafta karınca babam, bir
tarafta ağustos böceği amcam, hangisi doğru, hangisi mutlu ?!?
Konumuzla alakası yok ama hazır yeri gelmişken Amcam’ın 2 de veciz sözünü
paylaşayım, ben çok severim : 1 : “Oynamayacağım Düğüne, Ağlamayacağım Cenazeye gitmem” 2: “Tuvalette bile yalnızca yaptığım işe
konsantre olurum”
Elazığ’a iner inmez doğru mezarlığa, hiç görmediğim, hikayelerini
çok dinlediğim dedem Muzaffer Şedele’ye ve diğer rahmetli aile fertlerine birer
Fatiha ile başladı seyahatimiz. Amcamın adaşı büyük dede Fehmi Şedele’nin
Osmanlı usulü mezar taşından anlaşılıyor büyük bir şahsiyet olduğu…
Sonra da babamların çocukluğunun geçtiği eski Ermenice adı
Yığıki; yeni Türkçe adı Aksaray olan (ne kadar yaratıcı bir ad !) eski köy,
yeni ilçeye geldik, sokak sokak, karış karış hatırlıyor ve anlatıyor Babam da Amcam
da… Kendi mahallelerini buldular, bütün tek katlı bahçeli evler yıkılmış yerine
iğrenç apartmanlar yapılmış bir tanesi hariç… İşte burası dedi Babam “Hakkı
Abi’lerin evi, bizim evde kurallar sert olduğu için buraya kaçar burada “havuz”a
girer, bahçede oynardık…”
Korkarak çaldık demir kapıyı… Ağzını da yazmasıyla
kapatan tipik bir Elazığ’lı teyze açtı kapıyı, hemen tanıdı bizimkileri,
bizimkiler de onu. "İfakat Hanım", yıllarca Hakkı amcanın yanında çalışmışlar
ailece, babamla yaşıt… 10 dakika’da yüz sefer “Allah Razı olsun” Hakkı Abi’den
dedi “evi bize sattı ama para istemedi, zaten bizim de paramız yoktu, oldukça
veriyoruz” Ve 10 dakika da yüz tane şey ikram etti o yoklukta… Çok şükür Hakkı Amca da hayattaymış,
Elazığ Merkezde bir apartman dairesine taşınmış, telefon ettik, ertesi gün onu
da ziyaret ettik, 92 yaşında maşallah, hafıza müthiş, Türkçesi çok güzel, hafif
bir Elazığ aksanı ile ne anılar, ne hikayeler anlattı. Babamın derlediği
Şedelezadeler adlı kitapta da yazdığı gibi ilk kökenimiz, Medine’den
Elazığ’daki gayri müslümlere İslamiyeti yaymak için gelen bir Şeyh’e dayanıyor…
Amcam çok zorladı ama ondan sonra başka şeyh’in çıkmadığını söyledi Hakkı Amca
( Amcamın bu kadar keyif düşkünlüğü yanında biraz da tasavvuf eğilimi var ama
şeyhlik denk getiremedi kendine…. )
Öğle yemeğine doğru Harput’a, Tarihi Cimşit Hamamı, güzel
bir restoran olmuş, Şef Yusuf Usta da Amcamı tanıyor, “Abe” dedi “Hoş geldiz, ne yersiz” dedik usta sensin, hava sıcak
hafif bir şeyler ver, tamam dedi “başım gözüm üstüne” önden patlıcan söğürtme (
ezme ) ve süzme yogurt geldi üstüne yağ yakılmış, sac ekmeğiyle parmaklarımızı
yedik zaten… Sonra da değişik bir sos içinde iri küp etler geldi, muhteşem,
garsona dedik “bu ne” dedi “Abe bu filotadır.” Şımarık İstanbullu ben “Fileto olmasın” dedim yok dedi menüyü
gösterdi, hakkaten menüde de "filota" yazıyor…
(Antikacı Şamil Bey'in Evinin kapı tokmakları; kadınlar üsttekini, erkekler alttakini çalıyor ki evdekiler anlasın gelen mahrem mi namahrem mi ...)
Sonra hemen Harput’un girişindeki antikacı Şamil’e uğradık o
da amcamı tanıyor, değişik bir adam, iş değil tutku olmuş, hayatı olmuş antika, en kıymetli parçalar
dükkanda değil üstteki evinde, oraya da çıkardı bize gösterdi, herkese
göstermiyor… Babamın çocukluğunda çalıştığı marangozhanede yaptığı Ceviz
sandıklardan aradık ama bulamadık… Sonra o marangozhaneyi bulduk, Elazığ kapalı
çarşıda, şu an bir tenekeci, soba, fırın, şofben falan yapıyor küçücük dükkanda
tek başına bir usta, hemen buyur otur bir çay iç… hayatımda içmediğim kadar çok
çay kahve içtim bu 3 günde…
Keban turu ve çırçır şelalesinde alabalık ziyafeti
farizelerini de yerine getirdikten sonra geldi büyük an, kına gecesi… Erdem Abi'lerin Hazar Gölü kenarındaki yazlıktan
komşusu, ortak arka bahçeleri kocaman, önde muhteşem bir göl manzarası… Düğün
gibi, en az 200 kişi var katılan, bizim tanıdığımız 10 kişi yok… Meşhur klarnetçi (gırnatacı) Mehmet Şerif ve ekibi sahne alacak, adam yaşayan efsane, klarneti
çalmıyor artık, zaten onunla bütünleşmiş, birlikte nefes alıyor, 5 saat
aralıksız çaldılar 6 enstrüman 3 “solist” Elazığ kültürünü, müziğini bilirim
demiştim ya, hikayeymiş türkülerin şarkıların çoğunu ilk kez duydum, mest
oldum…
Bir de 45 yaşında işi gücü bırakıp ailecek, Sivrice’nin
yüzyıllık üzüm cenneti Eskibağlar’da aynı adla, sanki Toskana’daymış gibi şarap
üretimine başlayan bir Abi ile tanıştık, mahsullerin tadına baktık ki Elazığ
ağzıyla “ vağ anam vağ” harika... Ertesi gün gidip yerini de gördük inanamadık, çölde
serap gibi, Anadolu’nun boz kırında taş bir şarap imalathanesi….
Dedem Muzaffer Şedele’nın üçüncü eşi (ilk ikisi gencecik yasında ölmüş) Gülten teyzeyi de ziyaret edip, dedemin bir kaç hikayesini de dinledik (emniyet müdürünün yanında karısına asılması hikayesi dahil) Neredeyse bütün evlerin balkonunda olduğu gibi Gülten Teyzenin de balkonunda inci gibi dizilmiş biberler ve patlıcanlar kofik olmayı bekliyordu...Sivrice'de tarladan domates salatalık yanında fırından sıcak ekmek ile ziyafet
çekip. Annemin siparişi meşhur peynirli ekmekler elimizde, donduk kürkçü
dükkanımıza ama bir kez daha gördük ki insanın memleketi gibisi yok...
Kural : Köklerinden kopma, aslını unutma; dünyayı gez gör ama memleketini de bil, tanı, her fırsatta git….