17 Haziran 2016 Cuma

Şatosu Bile Mütevazi, Schwarzenfeld, Bavyera, Almanya


Münih’in kuzeyinde, Çek Cumhuriyeti sınırına yakın, küçük tipik bir Alman kasabası Schwarzenfeld…  Otelimize ulaşmak için balta girmemiş orman yollarından geçerken kuzenim ve ortağım Mehmet (Barım) ile buraya gelen ilk Türk biz olmalıyız diye düşünüyoruz, - ta ki kasabanın tek restoranı, fiyakalı bir İtalyan Restoranının sahibi Trabzonlu İsmail Abiyle tanışana kadar ! -


Bu arada Mehmet’le bir Şangay Havalimanı maceramız vardır ki, tam bir efsanedir, dillerden dillere dolaşır, onu da bir ara anlatmalıyım…
Bizim geliş amacımız aslında Roding adlı biraz daha büyükçe bir kasabadaki, uygulamalı ormancılık fuarı. Ormanın içinde, makineleri çalıştırarak sergiledikleri çok ilginç ve kalabalık bir fuar KWF… Roding’te yer bulamayınca en yakın yerleşim birimi diye Schwarzenfeld'in tek oteli, eski bir Şatoda yer ayırtmış bayimiz…


Şato deyince biz de heyecanlandık biraz tabi, malum milletçe, şatoları, sarayları, yalıları, köşkleri severiz…  Ama o da ne, tam bir hayal kırıklığı… Tamam bahçesi büyük, önünden bir nehir akıyor, nehrin kenarında yemyeşil koru ama o kadar ! Ne bir heybetli kapı, ne şekilli bir havuz, ne güvenlik görevlileri, belboylar,  ne şöyle genişçe cam balkonlu kış bahçesi, nehir kenarında sosyetik bir nargile kafe, çay bahçesi, restoran  hiçbir şey yok… Üstüne üstlük parkın, nehrin ve bahçenin kullanımı da herkese açık, olacak iş değil ! Bisiklete binen amcalar, köpek gezdiren teyzeler, koşu yapan gençler, herkes şatomuzun bahçesinde !


Münih Havalimanından, Schwarzenfeld'e  kadar 2 saat süren araba yolculuğumuz esnasında bir çok şehir ve kasabanın  içinden, yüzlerce evin önünden geçiyoruz ve bir şey dikkatimizi çekiyor… Evler o kadar sade, bahçeler o kadar tertipli ki, içinde yaşayan yok sanki. Kapının önünde bir steyşın araba – biz Türkler hiç sevmeyiz nedense – bir masa-sandalye, girişte küçük bir heykel, süs; bir de çocuk varsa bahçede trambolin o kadar ! Kapının önünde ayakkabı, terlik, şemsiye, bisiklet, çöp kutusu, saksı, olmaz mı canım ? hadi hepsini geçtim bir mangal da mı olmaz artık pes yani ! 


Şaka bir yana, genetik olarak, Avrupa halklarının çoğunluğu öyle yalın, öyle sade, mütevazi yaşıyorlar ki, işleri, aileleri ve hobilerinden başka hiçbir dertleri, tasaları yok… En büyük dertleri “bu yaz tatile nereye gitsek ?”  Türkiye mi, Yunanistan mı yoksa İspanya mı ? Tabi ki Türkiye !


Kural : Bir şey karmaşıksa kötüdür, en iyisi sade olanı, yalın olanıdır, özellikle de yaşamın …


6 Haziran 2016 Pazartesi

Assos'ta 40 Vespa..

Uzun zamandır motosiklet kullanırım ama bir motorcu olduğum söylenemez, sadece yazları ve sadece kısa mesafeler… Maceracı olduğum hiç söylenemez, adrenalini, heyecanı, tehlikeyi hiç sevmem… Çocukken dahi lunaparkları sevmez, dönme dolaba bile binemezdim …


Leke bırakmasın diye motorunu filtre edilmiş suyla yıkayacak kadar Vespa aşığı, arkadaşım Ünal’ın Vespask grubu ile Assos’a gitme teklifini bir kere kabul etmiş bulundum. Zira Ünal öyle detaylı planlar, öyle iyi hazırlanır ki genelde, hiç bir teklifini reddedemezsin!

Son haftalar hava bozunca, yağmur dolayısıyla iptal edilsin diye içten içe de dua etmedim değil hani ama maalesef hava açtı ve çok güzel bir havada İstanbul’dan 20 ;  İzmirVespa’dan gelecek 20 Vespa ile Assos’ta buluşmak üzere yola çıktık.


Daha doğrusu herkes çıktı ben çıkamadım! Daha hemen, Bandırma’da feribottan iner inmez, herkesin toplanmasını beklerken, aküyü bitirince, marşım basmadı ve tam anlamıyla dakika bir gol bir oldu. Neyse ki gruptaki diğer Vespacıların yardımı ve Bandırma İDO taksi durağındaki “yardımsever” “misafirperver” taksici Abimizin, "otomobil 30, motosiklet 20 TL standart akü takviye tarifesi" sayesinde, sorunu hemen çözdük ve ben de yola koyuldum… ( Sahi ne oldu yardımsever, misafirperver, yolda kalmışa yardım eden Türk Milletine ? Bu fırsatçı, kolaycı, beleşçi, köşe dönmeci, üçkağıtçı, rüşvetçi nesil nerden çıktı ? ) 


İlk uzun yolculuğumdu hem de arkamda 2 yolcu ile, zavallı Eşim Betül ve kendisinden daha ağır motor montu ile… İtiraf edeyim, hız göstergesi 90km/saati aşınca, rüzgar artıp, görüş azalınca korktum, hatta bayağı bir tırstım… Korkumu çaktırmadan grup lideri Yusuf’a “biraz yavaşlasak mı,  arka taraf çok rüzgar alıyor, cereyan yapıyor” falan dedim ama bu zaten onların yavaş temposuymuş, zamanla alıştım …

Sık sık ve uzun uzun molalar vererek, molalarda bol bol fotoğraf çektirerek, çok da fazla yorulmadan 240 km yolu, 5 saatte alarak Otelimize geldik…


Milattan Önce 6 bin yıl önce, Volkanik bir tepenin üzerine kurulmuş Assos, nam-ı diğer Behramkale muhteşem bir yer…  Yol boyu, motorla daha iyi hissedilen, zeytin ağaçları, fıstık çamları, kiraz, şeftali bahçeleri, nefis deniz manzarası ve nispeten iyi korunmuş tarihi dokusu ile İstanbul’a bu yakınlıktaki en güzel yer diyebilirim. Tam bir Ege özeti, yine şükrettiriyor bize bu Dünyanın en güzel denizine kıyımız olduğuna…

Otelimiz Kadırga koyundaydı, denizi ve sahili harika, havası şerbet,  tertemiz suyu buz gibi.. Çok güzel tesisler de var, ama tesisin dışına çıkınca meridyen değişiyor sanki. Neden bir türlü olmuyor, anlamıyorum, her şey derme çatma… Naylonlarla çevrili uyduruk restoranlar, sağdan soldan bir şeyler eklenmiş marketler, büfeler, kablolar, prizler dışarıda, çanak antenler tepede,  çöpler, izmaritler her yerde, çakıl yol tozdan göz gözü görmüyor, en ufak bir peyzaj, düzenleme yok… Salaş desen değil, yerel desen değil, doğal desen hele hiç değil… Hadi görüntüden vazgeçtik hijyen de şüpheli … Nesiller değişti artık ama alışkanlıklar değişmiyor, bazı şeyler düzelmiyor, turizmi bir türlü öğrenemiyoruz…


Dönüşte çok daha rahatım, tecrübeli motorcu sayılırım artık, yolu uzatıp Küçükkuyu sahilinden geçiyoruz, bu daha da güzel bir rota, önümde “fermuar” düzeni, zik zak dizilmiş rengarenk Vespa’lar daha da güzelleştiriyor manzaramı, çok farklı, çok keyifli bir hafta soru “sürüşü” yapıyoruz, hemen “çılgın motorcu gençlik, Vespa’lı çiçek çocuklar” moduna giriyoruz, bir de gruptakiler bize sürekli “Ünal Abi, Fatih Abi” demiyeydi iyiydi …  

Kural : Sadece seyahatlerin değil her işin başı planlama ve hazırlıktır. Unutma iyi bir pilav bile iyi bir plansız yapılamaz. ( Bir Çin atasözü değil, ben uydurdum…)