Uzun zamandır motosiklet kullanırım ama bir motorcu olduğum
söylenemez, sadece yazları ve sadece kısa
mesafeler… Maceracı olduğum hiç söylenemez, adrenalini, heyecanı, tehlikeyi hiç
sevmem… Çocukken dahi lunaparkları sevmez, dönme dolaba bile binemezdim …
Leke bırakmasın diye motorunu filtre edilmiş suyla yıkayacak
kadar Vespa aşığı, arkadaşım Ünal’ın Vespask grubu ile Assos’a gitme
teklifini bir kere kabul etmiş bulundum. Zira Ünal öyle detaylı planlar,
öyle iyi hazırlanır ki genelde, hiç bir teklifini reddedemezsin!
Son haftalar hava bozunca, yağmur dolayısıyla iptal edilsin
diye içten içe de dua etmedim değil hani ama maalesef hava açtı ve çok güzel bir
havada İstanbul’dan 20 ; İzmirVespa’dan gelecek 20 Vespa ile Assos’ta buluşmak üzere yola çıktık.
Daha doğrusu herkes çıktı ben çıkamadım! Daha hemen,
Bandırma’da feribottan iner inmez, herkesin toplanmasını beklerken, aküyü
bitirince, marşım basmadı ve tam anlamıyla dakika bir gol bir oldu. Neyse ki
gruptaki diğer Vespacıların yardımı ve Bandırma İDO taksi durağındaki
“yardımsever” “misafirperver” taksici Abimizin, "otomobil 30, motosiklet 20 TL
standart akü takviye tarifesi" sayesinde, sorunu hemen çözdük ve ben de yola
koyuldum… ( Sahi ne oldu yardımsever, misafirperver, yolda kalmışa yardım eden
Türk Milletine ? Bu fırsatçı, kolaycı, beleşçi, köşe dönmeci, üçkağıtçı,
rüşvetçi nesil nerden çıktı ? )
İlk uzun yolculuğumdu hem de arkamda 2 yolcu ile, zavallı
Eşim Betül ve kendisinden daha ağır motor montu ile… İtiraf edeyim, hız
göstergesi 90km/saati aşınca, rüzgar artıp, görüş azalınca korktum, hatta bayağı
bir tırstım… Korkumu çaktırmadan grup lideri Yusuf’a “biraz yavaşlasak mı, arka taraf çok rüzgar alıyor, cereyan yapıyor”
falan dedim ama bu zaten onların yavaş temposuymuş, zamanla alıştım …
Sık sık ve uzun uzun molalar vererek, molalarda bol bol
fotoğraf çektirerek, çok da fazla yorulmadan 240 km yolu, 5 saatte alarak
Otelimize geldik…
Milattan Önce 6 bin yıl önce, Volkanik bir tepenin üzerine
kurulmuş Assos, nam-ı diğer Behramkale muhteşem bir yer… Yol boyu, motorla daha iyi hissedilen, zeytin
ağaçları, fıstık çamları, kiraz, şeftali bahçeleri, nefis deniz manzarası ve
nispeten iyi korunmuş tarihi dokusu ile İstanbul’a bu yakınlıktaki en güzel yer
diyebilirim. Tam bir Ege özeti, yine şükrettiriyor bize bu Dünyanın en güzel denizine kıyımız olduğuna…
Otelimiz Kadırga koyundaydı, denizi ve sahili harika, havası
şerbet, tertemiz suyu buz gibi.. Çok
güzel tesisler de var, ama tesisin dışına çıkınca meridyen değişiyor sanki.
Neden bir türlü olmuyor, anlamıyorum, her şey derme çatma… Naylonlarla çevrili
uyduruk restoranlar, sağdan soldan bir şeyler eklenmiş marketler, büfeler,
kablolar, prizler dışarıda, çanak antenler tepede, çöpler, izmaritler her yerde, çakıl yol
tozdan göz gözü görmüyor, en ufak bir peyzaj, düzenleme yok… Salaş desen değil,
yerel desen değil, doğal desen hele hiç değil… Hadi görüntüden vazgeçtik hijyen
de şüpheli … Nesiller değişti artık ama alışkanlıklar değişmiyor, bazı şeyler
düzelmiyor, turizmi bir türlü öğrenemiyoruz…
Dönüşte çok daha rahatım, tecrübeli motorcu sayılırım artık,
yolu uzatıp Küçükkuyu sahilinden geçiyoruz, bu daha da güzel bir rota, önümde “fermuar”
düzeni, zik zak dizilmiş rengarenk Vespa’lar daha da güzelleştiriyor manzaramı,
çok farklı, çok keyifli bir hafta soru “sürüşü” yapıyoruz, hemen “çılgın
motorcu gençlik, Vespa’lı çiçek çocuklar” moduna giriyoruz, bir de gruptakiler
bize sürekli “Ünal Abi, Fatih Abi” demiyeydi iyiydi …
Kural : Sadece seyahatlerin değil her işin başı planlama ve
hazırlıktır. Unutma iyi bir pilav bile iyi bir plansız yapılamaz. ( Bir Çin
atasözü değil, ben uydurdum…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder