15 Aralık 2010 Çarşamba

Barışa Hasret, Kudüs



"Uruguay'lıyım" dedi yanımdaki kız, Tel Aviv - Kudüs otobüsünde ... "Ne kadar küçük, ne kadar güzel dedim dünya, kız başına gelmiş taa Uruguay'dan Kudüs'ü gezmeye" Bir de şu otobüsün en önünde ve en arkasında oturan tüfek omuzda askerlere gerek olmasa ...


İsrail'de her yer asker, her yer arama, her yer güvenlik....
Askerlik'te kesin kuraldır tüfekle kapalı yere girilmez, boş bile olsa başkasına doğrultulmaz, şaka asla yapılmaz !
Burada tüfek cep telefonu gibi, gencecik asker kızların, erkeklerin elinde, otobüste, markette, sırada, evde her yerde tüfek, çok da normal ...

Çok zor olmalı "ne zaman, nerede, ne patlayacak ve acaba hangimiz öleceğiz" diye yaşamak....

Harita'ya bakınca ne güzel diyorsun Müslüman, Yahudi ve Hristiyan "quarter"lar içi içe, barış içinde duruyorlar, sen de elini kolunu sallaya sallaya, binlerce yıllık duvarların arasında, sokaklarda dolaşıyorsun ...


Kudüs'ü, Cuma gününe denk getirdim tabii, Mescid-i Aksa'da cuma namazı kılacağım. çok heyecanlıyım ...
Çok da üzgünüm çünkü Aslanlar Kapısında israilli polislerin kontrolünden geçerek girebiliyorum ancak kutsal Mescid-i Aksa'ya ...

Kuduslülerin ayrı bir kimlikleri var ve sadece bu kimliği olanlar "eski şehir'e" girebiliyor, bir de benim gibi Turistler, tabi o günlerde bir bahane üretip kapıları kapatmazsa İsrail polisi ... Ve henüz "Van Minüt" krizi olmadığı için Türk Pasaport'u hayatımda ilk kez işimi kolaylaştırıyor ...


Mescid-i Aksa'nın duvarının dibi hemen ağlama duvarı, aslında muhteşem bir manzara ama maalesef özellikle namaz saati ağlama duvarı boşalıyor...
Çünkü camiden aşağıya ne bulurlarsa atıyorlarmış... Zaten bütün cami ve bütün namaz İsrail'i lanetlemek ve Filistin Kurtuluş Örgütü için para toplamakla geçiyor ki haksız da sayılmazlar ...

Oysa sokaklarında kaybolmak, binlerce yıllık kiliselerin, sinagogların, dükkanların, evlerin arasında gezmek ne keyif, ne büyü anlatamam ...



Buralarda da, insanlar Osmanlı zamanında nispeten barış içinde yaşamış, ibadet etmişler, Osmanlı gittikten sonra bir daha iflah olmamış, herkes hasret kalmış barışa ... İnşallah bir gün gelir barış ve elimizi kolumuzu sallaya sallaya kayboluruz Kudüs sokaklarında, ne zaman nerede ne patlayacak diye korkmadan ... 


Kural : Silah'tan ve silahlı'dan uzak dur

1 Aralık 2010 Çarşamba

işte orada o eski bayramlar



Bayramın ikinci günüydü Efe dünyaya, beklediğimizden neredeyse 1 ay önce, geldiğinde...
Ve bütün birinci ve ikinci derece akrabalarımız tatildeydi !
Bu mucizevi anı kaçırmıştı herkes; ve biz de bir başımıza kalmıştık soğuk ve bomboş hastanede ...

Sonra hep şikayet ettiğimiz ama asla mücadele etmediğimiz hikayelerden biri olan "eski bayramlar", mücadelemize başlama kararı aldık.


"Bayramların 1. günü kimse bir yere gitmesin, sabah kahvaltısına annemlerde buluşalım, bayramlıklarımızı giyelim, bayramlaşalım, bayram harçlıklarımızı alalım sonra kim nereye isterse oraya gitsin" dedik ailecek !


3 yıl, 6 bayram geçti... her bayram, Efe'ye mutlaka bayramlık aldık... Bizler gibi, ayakkabılarına sarılarak uyumasa bile sevindi, giymek için sabırsızlandı, el öptü, harçlık aldı, şeker aldı, lunaparka gitti ....


Hatta geçen bayram, kar topu büyüdü, birinci gün kendi evlerinde bayramlaştıktan sonra, bayramın ikinci günü, en küçüğü 2 aylık, en büyüğü 80 yaşında, tam 35 akrabamızla, sıradan bir kaplıca otelinde buluştuk, 3 tam gün "o eski" bayramı yaşadık, ve gördük ki, bayram tatili değil, bayram sevinciymiş, hala hatıralamızda kalan ... Tatil yalanmış, bayram heyecan ...


Kural : Bayramı da yapan sensin, zindanı da ...