17 Şubat 2010 Çarşamba

Lenin'in kemikleri sızlar, Moskova


Lenin'in kemikleri sızlari Çünkü her şey satılık burada…

Emniyet şeridi bile: Basıyosun parayı, özel bir plaka alıyosun emniyet şeritleri senin…
Zaten bu trafik de başka türlü çekilmez… İstanbul’un “yoğun akıcı”sına şükürler olsun!
Burası, sürekli “yoğun durucu”...
Bir de üstüne başkent ya... Bir dolu bürokrat, devlet adamı, büyükbaş, her daim bitmeyen bir seramoni…


Sıfır yıldızlı rezalet otelimiz bile 150 dolar… Bazı odalarda havlu yok, Allahtan tuvalet kağıdı var, o da yer bulursan …
İlk gidişimde rezervasyon yapmamıştım bir arkadaşın odasında koltukta yatmak zorunda kaldım, koca şehirde bir oda yok …
O da çok ironik olmuştu; gündüzleri iş görüşmeleri, toplantılar, pazarlıklar, siparişler;
geceleri koltukta iki büklüm…


Kızıl Meydan’ın hemen girişinde, Mcdonalds’ın kapısında bi kuyruk göreceksin, şaşırma tuvalet kuyruğudur bu; gençlik meydanda ucuz biraz içip, doğru beleş tuvalete…

Sonra da hemen Lenin’in mezarının karşısındaki Gucci, Louis Vuitton vs mağazaları …
Zaten neredeyse her meydanda koca bir ışıklı reklam panosunda “skor” yanıp sönüyor :
Kapitalizm 1 – Sosyalizm 0 .


Ve bir suşi-nargile furyası … Peynir – ekmek gibi... Olmayan yer yok… Mesela bi gece kulübü düşün, dans pisti, çılgın gençlik, elektronik müzik, disko topu, sek votka, suşi ve nargile ?!?

Çok değerli eski bir bakanımızın dediği gibi bu Ruslar tam “görmemişin nargilesi olmuş, tutmuş marpucunu koparmış”

Hemen paylaşayım : Aslında votka çok soğuk ve sek içilirmiş, buz ve başka şey karıştırınca hem çarparmış hem de tiribi bozulurmuş … Hakikaten de öyle ...


Tabi şu da bir gerçek ki, bu komünistlerin en iyi bildiği şey şehircilik… Dünyanın en geniş, en güzel caddeleri, meydanları, parkları, bahçeleri, köprüleri ve tabi ki meşhur Moskova metrosu… Şu da ironik gerçi : dünyanın en uzun metrolarından biri ama dünyanın en kötü trafiği ?...


Not : Moskova seyahatlerim de fotograf makineme küstüğüm yıllara denk gelmişti…. Fotograflar çeşitli web sitelerinden tırtıklamadır.

Kural 12 : Parayla saadet olmaz, sağlık olmaz, huzur olmaz, aşk hiç olmaz… Sakın parayla sevişme, her iki anlamda da … ( Moskova, para ve sevişme diyince bir yanlış anlaşılma olmasın ben sadece suşiciye gittim valla… )

9 Şubat 2010 Salı

Bir Göçmen Kızı, Tuna Boyunda, Budapeşte


Dünyanın, içine en çok kan ve gözyaşı karışmış suyudur Tuna Nehri…

Almanya’da doğmuş, içinden geçtiği kentlere sadece hayat taşımakla kalmamış, aynı zamanda, yüzyıllar boyu, bu kentlerin savaşlarını, acılarını, fetihlerini, istilalarını, katliamlarını, “gelişmişlik” atıklarını da dökmüştür, Bulgaristan’dan Karadeniz’e.


Hatta belki de en çok Türk kanı ve Türk gözyaşını dökmüştür denize Tuna…
İşte bu yüzden “Gazi Tuna” derler adına…
Ve içten içe herkes kabul eder en güzel yılları, Türk yıllarıdır, Tuna’nın


Ve en güzel şehri Budapeşte’dir Tuna boyunun … Buda’sı ayrı güzeldir Peşte’si ayrı…


Ununu eleyip eleğini asmıştır, Budapeşte… Heybesinde, Avrupa da vardır, Osmanlı da ; Balkanlar da vardır Bolşevikler de …
Hem baroktur, hem neo klasik, hem de modern…
Çok görmüş, çok geçirmiştir, kimseyi sallamaz, açık ara en güzel şehridir orta Avrupa’nın Budapeşte … Hatta kimine göre tüm Avrupa'nın ...


Köprüleri, Kiliseleri, Türbeleri, Kaleleri, Meydanları, Türk Hamamları, eskiden sayıları 100’den fazla olan camileri bir yana Tuna’nın büyüsü bile yeter Budapeşte’ye kapılmaya…


Hüzün kardeşi, kan kardeşidir Budapeşte, İstanbul’un ve Tuna, Boğaziçi’nin…
Tuna donsa, Boğaziçi üşür; Budapeşte düşse, İstanbul ağlar …


Tevekkeli değil İstanbul Boğazı tarihinin ilk ve tek buzulları, Tuna’nın hediyesidir…


Kural 11 : Tarihi iyi oku, özellikle Osmanlı'ya dikkat et, düşün en modern toplumların 3-5 yıl gibi kısa sürelerde verdiği zarara rağmen yönetemediği toprakları, Osmanlı yüzyıllarca hiç zarar vermeden nasıl başarıyla yönetmiş...

Unutma düne bakmayan, bugünü de yarını da göremez...

2 Şubat 2010 Salı

Gerçekten, sevdirir kendini yavaştan, Hindistan…


İkinci gelişim olduğu halde yine önce. “ne kültürü, ne rengi , düpedüz sefalet bu, rezalet!.. Bu pislik, bu kalabalık, fakirlik, trafik, koku, açlık, susuzluk, hastalık …” dedim


Sonra yavaştan yavaştan kalabalığa, trafiğe, gürültüye, kokuya alıştım …
Daha sonra da pisliğe ( bu çok da zor olmadı nedense ? ) ekşili, naneli, körili, şekerli, acı yemeklere, sütlü çaya ve kulaklarının cidarları kıllı adamlara…


En sonunda da dilencilere ( yalnız Eski Delhi’de gördüğüm 2 dilenciyi anlatmam mümkün değil, ben 2 gece uyuyamadım, bu kadarını söyliyeyim ), yolun ortasına işeyenlere, kaldırımda uyuyanlara, bez olmadığı için paramparça, leş, bir tişört hariç çırılçıplak gezen çocuklara da alıştım ( bu biraz zor oldu gerçi, fotoğraflarını çekip buraya koymak ise hiç içimden gelmesi doğrusu … )


Ve gördüm ki bunlar gerçek ve belki de bu harmoninin bir parçası, kaynağı…
Bir küsür milyar insan yanılıyor olamaz...


Ve hatta sevmeye başladım bu cümbüşü …


Kesinlikle dünyanın en enteresan, en acayip yeri, Hindistan… Bütün renkleri ve dertleri yüzlerinde görebiliyorsun insanlarının ve hiç birinin umurunda değil bir ötekinin rengi ya da derdi …



Ama yine de düşünmeden edemedim, en zengin yıllarında İngilizler 100 yıl sömürmeseydi Hindistan’ı ve sonra doğru dürüst yönetilebilseydi ülke; gelir, eşit dağıtılabilseydi, her şey herkes için daha iyi olmaz mıydı ?



Hem sahi, bir İsveç'li de, İstanbul için aynı şeyleri düşünmüyor mudur zaten ? “kalabalık, pislik, trafik, selpakçı, tinerci çocuklar vs…”


Arkadaşım Rishi’nin “ev hallerine” şahit olup annesinin elinden, Hindu ekmeklerine ortak olmaktan ne kadar keyif aldıysam, kardeşi Rimpel’in 2 ay önceki 4 gün 4 gece süren düğününü kaçırdığıma, ve 2,5 yaşındaki oğlu Ayaan’ın önümüzde ay yapılacak ilk saç kesme törenini kaçıracağıma da o kadar üzüldüm …

Hindistan çok acayip bi yer, çok acayip … bu cümbüşü kaçırmamak lazım …


O kadar çok kare, o kadar çok sahne vardı ki ayıklamak, kolajlamak acayip zor oldu, biraz da fazla ve uzun oldu farkındayım ama Hindistan zaten çok uzun bi hikaye …


Kural 10 : Ama sen yine de şükret ! Önce sağlığına hem akıl hem de beden sağlığına, sonra ailen, evin, işin olduğuna ve sonra da bu tarihin, bu coğrafyanın, bu kültürün, sahibi olduğuna şükret. Ve kıymetini bil…