29 Haziran 2010 Salı

Rüzgarın Oğlu, Şikago


"Chi Kaa Goo dan gelir aslında buranın ismi, Kızılderili dilinde, çok rüzgarlı yer demektir" dedi, Navy Pier den bindiğimiz tur teknesinin rehberi, gerçi, bu postu yazmak için araştırdım biraz hiç böyle bir bilgiye rastlayamadım, ama hakikaten de çok rüzgarlı ve çok soğuk bir şehir, Şikago...

Sırtını yasladığı, Mişigın gölünden esen sert rüzgarlar yüzünden kışın -30 u falan gördüğü olurmuş "hissedilen sıcaklığın" Eylül ayı olmasına rağmen, kazak giymemize rağmen, biz de içimizin titrediğini hissettik valla ...


Mimarların da kabesiymiş ayrıca, ki hakikaten doğru, binaların simetrisi, uyumu, sadeliği o kadar şık ki, ben normalde hiç sevmem gökdelen ama buradakiler bi sempatik geldi bana da... Aralarındaki kanallar da çok faklı bir hava veriyor ayrıca, bilim kurgu filmi girişi gibi sanki :

"Venedik 2099"


Hiç anlamam ama hep de yaparım, bu binaların tepesine çıkıp, dürbünle sağa sola bakmaktan falan ne anlarız acaba ... İnsan oğlunun genlerinde bir yükselme, her şeye yukarıdan bakma güdüsü var galiba dimi ?


Ayrıca "Chicago style deep dish pizza" ( kenar hamurları yüksek, malzemeler pizzanın üstünde değil, içindeymiş gibi duruyor ) yedik, ve bir kez daha gördük ki hakikaten dünyanın en güzel İtalyan pizzaları Amerika'da yapılıyor ....



Ve neden İstanbul'da medeni bir saatte başlayıp, çat kapı rezervasyonsuz girip, kazık yemeden, bir iki kadeh bişi içip, keyifli, anlaşılır, canlı jazz, blues falan dinleyeceğimiz mekanlar yok diye hayıflanmamak elde değil buradaki yerleri görünce ...

Ama olsun, burada da Türkü Bar yok !

Kural : Her şeyin en güzeli, en sadesidir... her şeyin ...

25 Haziran 2010 Cuma

En Güzel Hediye, Bolu

( Bu fotoğrafa da bayılıyorum, TRT nin 80'li yıllarda programın en güzel yerinde "teknik bir arıza dolayısıyla yayınımıza kısa bir ara veriyoruz" fotoğrafı ... )

“5 kardeşi, 50 yıl sonra, ilk kez bir araya getirmek, harika bir hediye olacak Babama” dedi Ablam... ki bizim aklımız evvelken hiç bişi almayıp, doğum günlerini unutup incitmişizdir Babamı, şimdi ise ne alsak bi türlü yaşatamayız o eski heyecanını ....

Babamlar, 2 anneden, 5 kardeştirler... En küçük kardeş ( Zeynep ) doğar doğmaz teyzesine verildiği için ve Anne 25 , Baba 47 yaşında vefat ettiği için, bütün kardeşler dağılmış, erkekler evden kaçmış, kızlar 15 inde evlendirilmiş, dağılmışlar ve hiç biraraya gelememişler... ( Babamın ve ailesinin hikayesinden 4 tane falan dizi film rahat çıkar... )

Çoluk, çocuk, torun, torba da işin içine girince 40 kişilik bi topluluktan bahsediyorduk ve nasıl, nerede toparlayacaktık bu kadar kişiyi ?

Çok sertti ablamın yanıtı ve aradığı herkese de bunu söyledi :

“Birinizin cenazesi yerine, doğum gününde buluşmayı tercih edersiniz herhalde!”

Herkes geldi, hatta en büyük kardeş olan amcamın, oğlu “meşhur fotoğrafçı” Serkan bile geldi ki, hiç ama hiçbir yere geldiği baki değildir… sürekli ya çekimi çıkar ya da çekimi uzar ….

( bu arada herif hala Nikon F1 le analog fotograf çekiyor )

Ankara ekibini de düşünerek, ortada, Bolu’da, mütevazi bir dağ otelinde buluştuk…

Aralarında hep “en çok acıyı ben çektim” soğuk savaşı olmuştur, görüşen kardeşlerin …

"bu sefer acıları yarıştırmak, hatırlamak, ağlamak değil birbirimize sımsıkı sarılarak acıları unutmak, gülmek zamanıdır"… dedik


Önce Ankara’dan 2 halam geldi, sonra İstanbul’dan amcam, sonra Babam… Babam gelir gelmez “keşke Zeynep de burada olsaydı” dedi ve Zeynep de geldi …

Zeynep’i çoğumuzun ilk görüşüydü hatta belki de son görüşü ama sanki hep görüşüyormuş gibi sarıldı herkes, hatırladı, unuttu, ağladı, güldü…

En çok ablam ağladı ve herhalde en çok da Dedem gülmüştür, yukarıdan, ilk kez 5 çocuğunu birarada gördü …


Tabi biz de ilk kez bütün kuzenler bir araya gelmiş olduk ve büyük keyif aldık, Bolu’nun havası suyu da, kısa bir köy yürüyüşü ve gölcük turu da üstüne kaymak oldu, ama tabi en büyük keyfi yine bizim sıpalar çıkardı …




Kural : Öncelik sıranı bir daha gözden geçir! En üst sırada kesinlikle ailen olmalı ...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Adın Çıkacağına, Canın Çıksın, Kiev



Sovyetler Birliğinin, Rusya dışındaki en önemli kalesiymiş Kiev ... Klasik komünizm mimarisi burada da başrolde ... Caddeler ,kaldırımlar geniş, binalar heybetli, köprüler "heavy metal", parklar bahçeler, meydanlar bol bol ... ( Bir de doğal ortamında devasa mavi ladinler var ki bakmaya doyamazsın )


"Maydan" Kiev'in merkez meydanı, bu ismi herhalde Baltacı Mehmet Paşa koymuş :) ... Zira Paşa ile Katerina olayı burada da meşhur, ama asıl medar-ı iftiharları Hürrem Sultan yani Alexandra ...


(  görsel www.muslimheritage.com dan alınmıştır)


Yalan söyleyeni Allah çarpar, kabul edelim, bunların genetik kodları farklı ve bütün kızları Yunan heykeli gibi ama bir ırka komple hayat kadını, ve Ukrayna'ya giden herkese de "vaaayy çapkınnn" muamelesi yapmak büyük haksızlık ...

( Ukrayna'lı "Feministler" sık sık, "Kiev genelev değil, biz fahişe değiliz" diye protestolar düzenliyorlar (mış) http://www.milliyet.com/ )

Neyse biz sokaklara dönelim; her meydanda olduğu gibi bu "maydan"'da bir McDonald's var ve büyük bir önemi var; Gençlik, Maydan'da haftanın her günü günün her saati damacanayla bira içiyor ama tuvalet yok ! Doğru Mc'e ... Başa çıkamayınca tuvalet kapısına şifre koymuşlar, şifre de kasa fişlerinde yazıyor sadece müşteriler kullansın diye... Ama kuyruk olduğu için kapı hiç kapanamıyor ki kilit devreye girsin ...




Her büyük şehir gibi, bir de nehri var Kiev'in, Dinyeper; ama afedersin, bok götürüyor ... Ona rağmen güneşe ve plaja hasret halk, nehir kenarına yapılmış çakma, plajlara yayılıyor güneşi görür görmez ... Dandik bi tekne turu ama çok güzel tekne restoranlar var iskelelere demirlemiş. Bu bölgedeki diğer milletlere göre Ukraynalıların yemekleri süper, özellikle Borsh çorbası harika ....



Meşhur yeraltı kilisesi Lavra, daha doğrusu Lavra Kilisesinin altındaki sığınaklar, şapeller, tabutlar, dini motifler tüyler ürpetici ... Malkoçoğlu bize nasıl bi gaz verdiyse hala, ortodoks kiliseleri ve sembolleri bize itici, hatta korkunç geliyor... sanki, birazdan beni, zincire vurup kırbaçlamaya başlayacak siyah maskeli bi kahpe Bizanslı ...



Kiev aklıma çılgın bir fikir getirdi : Buranın ana bulvarı Kirişatik Caddesi her hafta sonu trafiğe kapalı, millet koca caddede, yürüyor, bisiklete biniyor, lastik oynuyor, ip atlıyor falan....


Bağdat Caddesinin ve Boğazın atıyorum Ortaköy - Bebek arasının trafiğe kapalı olduğunu düşünsene hafta sonları, müthiş olmaz mı ?!?

Kural : "Gerçek keşif, yeni yerler aramak değil, yeni gözlerle bakmaktır." Marcel Proust

7 Haziran 2010 Pazartesi

Essen bi dert, esmesen bi dert ...

(Çocukluğumdan beri bayılırım şöyle kelime oyunlarına, ve bu oyunlara müsaade eden muhteşem Türkçemize … )

1 Hazirandı Essen’e geldiğimizde, Düseldorf üzerinden, hala yaz gelmemişti, kasvetli hava, soğuk ve yağmurluydu, muhtemelen bütün Kuzey Avrupa’da...


Ve çok güzel özetledi Zonguldaklı taksi şoförümüz “ bıktık usandık artık … aylardır her gün her gün yağmur … içimiz daraldı, yah şayze …”

Eskiden buralarda demir, çelik ve kömür işi çok olduğu için hep Ereğli ve Zonguldaktan kalifiye elemanları getirmişler. Tabi sonra her gelen de kendi sülalesini getirip kolonisini kurmuş. Mesela Münih'te Yozgatlılar, Hamburg dolaylarında ise Afyon Emirdağlılar çoğunluktadır...


Çok açıktır zaten iklimin insan ve ülke üzerindeki etkisi… soğuk ülkeler zengin olur, sıcak ülkeler mutlu …
Hatta aynı ülkenin sıcak bölgeleri ile soğuk bölgelerinde bile büyük fark olur … mesela İtalya’nın kuzeyi çok varlıklıdır, güneyi çok keyifli …

“bi gün alıp başımı gidecem güneye” hayali bütün dünyada vardır ama maalesef iş ve para hep kuzeydedir …
Soğukla baş etmek için, insanoğlu, hep çalışmak zorunda, başını sokacak bi çatı kurmak, yakacak, yiyecek bulmak zorundadır; oysa sıcakta bi ağaç gölgesi, iki yudum su yeter …

Sonuç : biri yorgun olur, biri miskin; biri gergin olur, biri rahat, biri bilgili olur, birine bilgi lazım olmaz, birinin teknolojisi yüksek olur, birinin teknoloji umurunda olmaz ve dedim ya bir zengin olur, diğeri mutlu ….


Essen’e dönersek, bir merkez istasyon ( “hauptbahnhof” bayılıyorum bu kelimeye de ) bi tane trafiğe kapalı cadde, bi meydan, bi kilise, bol bol kafe, bar ve Karstadt, Kaufhof, H&M falan … Şehir büyüdükçe bu formül de büyüyor… Aşağı yukarı bütün Alman şehirleri bundan ibaret …


Essen de bu arada İstanbul ve Pecs ( Macaristan ) ile birlikte 2010 Avrupa Kültür Başkenti "Kulturhauptstadt" yani ...

Kural : Anneni ara.