Sovyetler Birliği dağılıp, yardımlar kesilince ekonomik kriz ve fakirlikten kurtuluş yolu Turizm olmuş, bireylere pansiyon işletme, taksicilik, rehberlik vb. izinler verilmiş. Çok güzel oteller ve restoranlar var, bir çok yerde kredi kartı geçmiyor, ATM’den para çekmek zor, ve hiç de ucuz bir yer değil… ( Ayrıca burada fark ettik, kredi kartına o kadar alışmışız ki, artık nakit yönetimini unutmuşuz, hiçbirimiz hesabımızı bilemedik, bütçeleri tutturamadık...)
(Arkadaki ucube, Rusya Konsolosluğu, çok yakından tanıdığımız "büyük bina büyük ülke kompleksi")
Küba, Komünizmin son kalesi değil artık, Turizm’in yeni
gözdesi. Gezerken artık bir sosyalist
ülkede olduğumuzu hiç hissetmiyoruz.. Fidel hayatta olsa da, ABD, “Vatan yahut Ölüm”
meydanın karşısına Konsolosluk açmış olmasaydı da, Nazım’ın 1961 yazı ortalarındaki Küba’yı görmek artık
imkansız, Özellikle de Havana’da…
Biraz da iklimin etkisi tabi hiç kimsede bir stres,
gerginlik yok, herkes çok sakin ve yumuşak hiç kimsenin acelesi yok. Araç o
kadar az ki, trafik hiç yok, ( Allah’tan az araç var, yoksa eski araçların egzost
dumanı, yağ ve benzin yanığından geçilmezdi ) Her yer otopark. Her seferinde en turistik
yerin en merkezine arabamızı koyabiliyoruz, tabi değnekçilere bir sakal
karşılığında…
Para tatlı gelmiş sonuç olarak, tüketim zehri bünyelerine zerk
olmuş, artık geri dönüş yok… Herkesin elinde bir akıllı telefon, wifi çeken bir
restoran ya da otel duvarının dibinde kümelenmiş, Miami’deki akrabaları ile
konuşuyor, sosyal medyayı kurcalıyor ya
da oyun oynuyor… “Ne yapalım diyor”, rehberimiz “internet bizim için çok yeni
bir şey, şimdilik en büyük keyfimiz … “ Biz de uyarıyoruz, “geçmiş olsun,
internetsiz, TV siz, parasız günleri çok arayacaksınız…”
Boylu boyunca sahil, kayalık biraz denize girmek zor ama
zıpkınla dalmak için ideal… Gençler kordonda ( Malecon ) özellikle de akşamları cıvıl cıvıl, kimi
enstrüman çalıyor, kimi dans ediyor, kimi balık tutuyor… Ada ülkesi ama balıkçılık çok zayıf, sahilden
oltayla balık tamam ama tekneyle açılıp balık tutmak yasak, çünkü tekneye
atlayan soluğu Miami’de alıyor… Restoranlarda Balık çeşidi az, ama lezzetli,
böcekler de lezzetli ve hesaplı ama et kötü ve hijyenik değil… Halk genelde
tavuğa talim…
Müzik ise her köşe başında, en küçük kafeden en büyük otel
lobisine kadar her yerde canlı müzik.. hem turistik hem de genlerde var… Kaçak
puro almak için ara sokaklarda bir eve giderken gördüm, ( sıcaktan bütün evlerin kapı ve pencereleri
sonuna kadar açık, ve dünyanın en güvenli şehirlerinden biri, hırsızlık yan
kesicilik diye bir şey yok! ) son derece
küçük ve fakir bir ev ama içeride bir sürü müzik aleti vardı.. Biz de az oynak
sayılmayız, aldık birer marakas ve klave daldık her gördüğümüz ekibin
içine.. Buena Vista Social Club ( Cafe
Taberna ) dahil en az 10 gruba katıldık,
çaldık iyi kötü, bir tanesi kötü bir
tepki vermedi… Benim özellikle Türkiye’de
çok fırça yemişliğim vardır, yiyeceğiz sanki enstrümanlarını…
Bu arada Ülkeye bağımsızlık getiren ve neredeyse 50 yıldır
ülkeyi tek başına yöneten, tüm halkın kahramanı Fidel Castro’nun ülkede
heykeli, posteri yok denilecek kadar az.
İsmine bir cadde, üniversite, havaalanı falan hiç yok. Ne mütevazilik. Aramızda
şakalaşıyoruz “ bizim bu taraflarda olsa adam komple ülkenin adını değiştirirdi
: Castroistan. Bunu sorduğumuz rehberimiz diyor ki : “o daha
ölmedi ki, ölünce hatırlamak için
ismini, heykelini yaşatırız diyor…” Bence de kesinlikle yaşayan bir şahsın ismi
herhangi bir şeye verilmemeli, insanlık hali sonra o ismi oradan silmek
gerekebilir…
Kural : Hikayelerin kıymetini bil… dinle, anlat, öğren, yaşa…
unutma insanlar gider, hikayeleri kalır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder