Pudong sokaklarındaki çekik gözlü insanları ve karınca sürüsü gibi akülü bisikletleri görmesek, aklımızın ucundan geçmez buranın Çin olduğu...
Ya da Huangru Nehrinin kenarındaki, gökdelenlerinin birinin çatı katındaki, "ultra modern" dekore edilmiş, "füzyon" restoranda kabarık bir hesap öderken..
Ya da 5 yıldızlı international bilmemne otelinin balo salonunda düzenlenen özel "thanks giving" yemeğinde Amerikan usülü hindi yerken ..
Her ne kadar ticari de olsa, merkezde bir kaç eski, bahçe, bina, çarşı pazar kalmış da biraz farkediyoruz İstanbul'dan 12 saatlik uçuş ( -nedense- Pekin'de bir aktarma ile toplam 16-17 saat ) uzaklığında olduğumuzu...
Hayal dahi edemeyeceğin şeylerin sahtesini (mesela bir kulaklığın ya da bir oyun konsolunun hatta bir otomobilin ) sana satmak için üzerine çullanan, koluna bacağına sarılan zararsız gençlere tekme tokat girişmemek için zor tutuyorsun kendini ...
Dünya'nın yeni finans merkezi olmakla, en yüksek binasını yapmakla, ve Dünya'nın en dinamik, en hızlı değişen ve gelişen şehri olmakla övünüyorlar, asıl değişmeden kalabilmenin marifet olduğu bu devirde ....
Şehirlerin suçu yok, insanlar değişiyor, değiştiriyor herşeyi...
Ve nedense hep gelen gideni aratıyor .... "Her şey eskiden daha güzeldi" gibi geliyor hepimize ... belki de hakikaten öyle ...
Yemek konusunda sıkıntı yok, ne istersen var, Çin yemekleri de gayet güzel, sevene, mesela o acılı tavuk çok güzeldi de keşke içinden tavuğun ayakları çıkmasaydı ....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder