Bir mucize oldu ve hanımlardan 5 erkek, Amsterdam’a gitme vizesi aldık. Aslında çok da anormal bir şey yok bunda yıl 2015 olmuş millet Mars’a gidiyor ama biz alışık olmadığımız için bünyede biraz şaşkınlık yarattı önce . Sonra Allahtan bu şaşkınlığı üzerimizden hemen attık da Amsterdam’da başımıza ters bir şey gelmedi maazallah, zira Amsterdam hiç sevmez şaşkın turisti…
Grupta 2 kişi 50’li yaşlarının başında, 1 kişi 40’lı
yaşlarının başında 2 kişi de 30’lu yaşlarının sonlarında olunca herhangi bir
frekans sorunu da yaşanmadı. Her ihtimale karşı hiç olmazsa birimizin Doktor olması da
bilinçaltımızda bir huzur ve güven ortamı yarattı doğrusu. Hoş kendisi
kadın doğumcuydu gerçi ama çok şükür müdahalesine ihtiyaç duyulacak bir durum
da olmadı…
Ben Amsterdam’a 90 lı yıllardaki folklor seyahatlerimde
2 kez günü birlik gitmiş , hızlı bir red light turu atmış, çılgın
kıyafetçilerden siyah bir bulldog tişörtü almıştım okadar. (tabi o zaman 16
yaşındayken, bulldog cafe’nin ne
olduğunu bilmiyorduk) Hiç
Amsterdam kültürüm ve fikrim yoktu gitmeden önce biraz ders çalıştım, Yılbaşı
arifesi, soğuk bir Aralık günü 5 kafadar attık kapağı Amsterdam'a…
(şaka değil, uyuşturucu serbest sigara yasak! özellikle otellerde kesinlikle sigara içilen oda yok)
O soğukta üstü açık, Japon turist, otobüs turundaki, rehberin söylediği gibi yüz yıllardır, hoş görünün, demokrasinin, renklerin, özgülüğün beşiği olmuş, neredeyse herkese kucak açmış; bizim bildiğimiz “özellikleri” dışında çok zengin ve diğer klasik Avrupa başkentlerine göre çok farklı bir şehir Amsterdam. Meseleyi sadece fuhuş ve uyuşturucu serbestisine indirmek büyük haksızlık, “küçücük bir şehir, yürüyerek 1 günde biter” demek de büyük yanlışlık olur.
Sokaklarını, meydanlarını, müzelerini, bit pazarını, tasarım mağazalarını, çok zengin kafe, bar ve restoranlarını doyasıya gezmek için en az 3 gün ayırmak mümkünse de bisiklet kiralamak şart. ( Yalnız o kadar çok bisiklet var ki inanılmaz çok sayıda bisiklet kazası oluyormuş, aman dikkat! )
Yağmurun azizliğinden, şehrin çok da altını üstüne
getiremesek de keyifle gezdiğimizi, gruptaki yemek seçiciler yüzünden güzel yemek
yiyemesek de çok güzel içtiğimizi, erkek erkeğe plansız, acelesiz, alışverişsiz
sanki 19 yaşındaymış gibi fütursuz, çok güzel gezdiğimizi ve çok eğlendiğimizi
söylemeliyim. Özellikle bir adres sorduğumuz Türk taksicinin 17. Yüzyıldan
kalma, taş bir katedrali gösterip, “şu siktiriboktan şeyin yanında sağa…”
demesine hala gülüyoruz…
Bu arada bir hayal kırıklığımı da mutlaka belirtmeliyim,
gece hayatı ile ünlü bu şehirde, gitmeden önce öğrendiğim popüler mekanların
hiç biri, bizi damsız içeri almadı, tabi biz damsızları içeri alan pek popüler
olmayan, Manchester Askerlik Şubesi gibi mekanlardan da biz pek keyif almadık. Ayrıca space cake ve magic
mushroom denedik ama her nedense bizi
“siktiriboktan şey”den biraz daha fazla güldürdü ve mışıl mışıl uyuttu o
kadar! yanlış bir şey mi yaptık acaba ya da bizim normal kafamız mı zaten güzel
anlamadık ?
Kural : ekibin güzel, kafan rahat olursa sana her yer
cennet; canın sıkkın, kafan bozuk olursa her yer cehennem… Sen bakma onlara
aslında “sağlam kafa, sağlam vücutta değil, sağlam vücut, sağlam kafada bulunur” kafan sağlam, keyfin yerinde olsun yeter başka bir şey arama. Unutma bir inanışa göre cennet de, cehennem de senin içinde ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder