15 Mart 2010 Pazartesi

Hayatımın en güzel "seyahatleri", Folklör Festivalleri I


Keyfin, mananın, aşkın, heyecanın ve hatta acıların bile, daha çok olmasa da, daha uzun ömürlü olduğu zamanlardı... ( hatta annem ekmeklerin bile o zamanlar daha geç bayatladığını söylüyor… )

Şarkıları, dostları, sevgilileri, gözyaşlarımızı çabucak tüketip, unutup, harcamadığımız;
herkesin daha yoksul olduğu ama hiç bir şeyden yoksun kalmadığı, tam Sezen Aksu yıllardı,
80’li yılların sonu 90’lı yılların başıydı…

Babam Bahçelievler Lions Kulubü aracılığıyla Bahçelievler Folklor Derneğinin 1989 Puerto Rico – Miami “Sehayatine”, “Turist” olarak katılmıştı
( her yaz katılacağımız festivallerin, her birine genel olarak seyahat denir, “Seyahate geliyor musun” gibi kullanılırdı ki ben hala bütün gezilerime seyahat derim; ve bu seyahatlere folklorcu, müzisyen ya da yönetici olarak katılmayıp sadece gezmeye geldikleri için oyunculardan daha fazla para ödeyenlere de "turist" denirdi; ve turistler de bu seyahatlerden büyük keyif alırdı… )

Babam o kadar etkilenmiş, o kadar sevmişti ki bu folklör işini, yaşım küçük olduğu halde ( 14 ) beni hemen kayıt ettirdi… Hiç istemedim önce, babama küstüm, utandım, yıllarca kimseye söyleyemedim, “ Erkek adam, folklor mu oynar, futbol oynar“diye...

Ama çok kısa bir süre sonra Pazar gününü iple çeker, erkenden çalışmaya gelir bazen heyecandan uyku uyuyamaz oldum ki her Pazar sabah 10, akşam 6 “çalışma” ya gitmek o yaşlardaki bir çocuk için kolay değildir …

Yaklaşık 12 yıl boyunca bütün Pazar günlerim folklörle geçecek, folklörü bıraktıktan yıllar sonra bile Pazar gününü boş geçirmekten büyük rahatsızlık duyacak, evde oturmaya bir türlü alışamayacaktım …

Önceleri hiç beceremedim, hem yaşım küçüktü, hem de sezonun ortasında başlamış, benim ekibim çoktan ilerlemişti… Zira çok uzun bir süre, derneğin en küçüğü ve en beceriksizi olarak kalacaktım…

Zaten benim derdim folklor oynamak filan değil, yurtdışına gitmekti …
O zamanlar turlar bu kadar yaygın ve ucuz değildi, hatta yanlış hatırlamıyorsam tatil yapmak bu kadar yaygın değildi, genelde herkesin yazlığı olur ya da yazlığı olan bir akrabası olurdu ….

Yıl 1991’di, Seyahate gitmeye yetecek kadar, kör topal "Adıyaman" öğrendim…
Seyahat Belçika ve İspanya’ydı, otobüsle … Evet otobüsle …
Toplam 25 gün falan sürdü … Herkes 2 bavul aldı biri giyecek, biri yiyecek …
Bavulların, kostümlerin ve enstrümanların sığması için otobüsün bazı koltukları söküldü…

Turistler ve yöneticiler en önde, kızlar hemen onların arkasında, erkekler arkada , Kılıç Kalkancılar en arkada otururdu…( Kılıç Kalkan mevzusu hassastır, ona daha sonra detaylı gireceğim )

Evli ya da nişanlı değilse bir kızla bir erkek yan yana oturamazdı ama flört edenler geceleri gizlice buluşup yan yana otururdu… Molalarda ise tabi ki kızlar otobüste, erkekler dışarıda, yerde uyku tulumlarında yatardı … Sabaha kadar, kıçımıza taşlar batarken, tir tir titreyerek uyumaya çalışır ama sabahları, müthiş bir enerji ve neşe ile uyanır yola ya da gezmeye devam ederdik…
O zamanlar, bu enerjiyi, hayatımın hiç bir döneminde, bu keyfi ise hiç bir seyahatimde bir daha asla yakalayamacağımı tahmin edemezdim ....

25 günlük seyahatin 15 günü falan yolda geçer, daha Edirne’ye gelmeden çalgı, türkü, makara alır yürürdü … düşünsene bir otobüs dolusu 20 – 30 yaş gurubu folklorcu ve müzisyen…

Uyumak yasak, herkes aynı anda sızar … Bulgaristan ve Yugoslavya’da sadece benzin istasyonlarında ve tuvaletlerde mola; İtalya’da Venedik, dönüşte alışveriş için Trieste’de mola. ( Liman kenti, Trieste’den 501 kotlar, Lumberjack ayakkabılar falan alınırdı, Tophane Amerikan Pazarının yarı fiyatına ) … Fransa’da ise gidişte Paris ; dönüşte Monte Carlo, Monaco, Nice’te mola ….

Tabi bu yerlerin hiç biri bizim umurumuzda bile değil varsa yoksa şamata...
Adam akıllı fotoğrafımız bile yok, hiçbirimizin …

Cep telefonu, internet, kredi kartı vb teknolojik “nimetlerin” olmaması aslında ne kadar büyük bir nimetmiş, yıllar sonra anlayacaktık …

Ve nihayet uzun ama keyifli bir yolculuktan sonra ilk durak, ilk festival, Belçika, Mechelen, Bonheiden, De Krekels Folklor Festivali….
(Devamı Haftaya )


NOT : Geçen ay, 47 yaşında kaybettiğimiz, kendisinden çok şey öğrendiğimiz, davuluna çok ter döktüğümüz, yüzlerce kişi yetiştirmiş, memlekete büyük emeği geçmiş ama tabi ki maalesef memleketi tarafından kıymeti bilinmeyen, büyük folklorcu Sedat ( Taşçıkar ) Abimize Allahtan rahmet, Eşi yine büyük folklorcu Sibel ablamıza sabır dileklerimle …

2 yorum:

AFunda dedi ki...

Çooook uzun yıllar öncesine götürdünüz beni. Hem de yüzümde kossskocaman bir gülümseme ile.
Neredeyse "acaba aynı otobüste miydik" diyeceğim:))
Mülteci otobüsü gibi otobüslerle yapılan, haftalar süren ama hiç bitmesini istemediğimiz, şimdi milyon parayla satın alınamayacak seyahatlerdi. Ne kadar şanslıymışız... Hem de ne kadar...

Yelda dedi ki...

Fatih ağlattın beni...
Okadar güzel anlatmışsın ki başka nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum. Ne güzel günlerdi Funda hanımında dediği gibi milyon parayla satın alınamayacak seyahatlerdi.
İspanya seyahatimiz, Belçika'daki ailelerimiz, buraya geldiklerindeki Boğaz gezimiz, Her sene zevkle gidilen seyehatlerin yanı sıra yapılan Dernek yemeklerimiz, 5.Kısım ve Galeriadaki Yemek molalarımız... Arkadaşlıklar, dostluklar. Kayıplarımız olsada herzaman büyükbir özlemle ve sevgiyle hatırlanan insanlar ve günler. Öpüyorum seni ve güzel aileni. Sevgiler