11 Mart 2011 Cuma

Nasıl Bakarsan Öyle, Zambiya I

Hayatın altın kuralını, bir kere daha yaşatarak hatırlattı bize sağolsun, Zambiya...

Malaryaydı, Sarı Hummaydı, Hijyendi, Fakirlikti, Uzaklıktı derken ilk günlerimiz sivrisinek ilaçları, spreyleri, korkudan uykusuzluk, temizlikten açlıkla heba ettik ...

Sonra baktık, ne kadar güzelmiş, tertemiz, mis gibi, havası...
Sabahları yağmur, öğlen sıcacık güneş, akşamları meltem, tropikal bir nevbahar...


Mangonun mevsimi geçmiş ama avakadonun tam zamanı, Ananas ise sulu sulu, parmaklarını yedirtiyor adama...
Yol kenarlarında kadınlar satıyor, sırtlarında bebeleri, tanesi 10.000 Kwacha yani 20 kuruş...

Hele ülkenin hayvancılık tekeli "Zambeef"in etlerine diyecek yok ... Doğal meralarda sallaya sallaya gezen danaların etlerinden, şöyle az pişmiş ya da azdan ortaya ( çok pişen etin suyu çekilirmiş, et kururmuş... ) her akşam 400 - 500 gram yersin bana bile demez ... Zaten etin kilosu da yaklaşık 5 Lira falan ...
Tabi yıllarca sömürülen ( 1964 yılına kadar İngiliz sömürgesinde kalmış ) bir ülkenin, her nekadar toprakları verimli, madenleri zengin, insanları güçlü kuvvetli olsa da halkı fakir, devleti zayıf oluyor...
Ve fakat fakirlik de en çok, yalın ayaklı, çocuklara dokunuyor ...


Araba yok, otobüs yok, minibüs yok, tren yok, biraz bisiklet var o kadar..

Herkes bir yerden bir yere yürüyerek gidiyor...
Ana caddeler, sağlı sollu yürüyen insanlarla dolu... Sadece ana caddelerde asfalt var, ara sokaklar toprak...
Ve yürüyen tüm kadınların ya kafasında bir yük, ya sırtında bir bebek ya da her ikisi de....


Şehir merkezleri dışında elektrik yok, su yok, yol yok ... Tabi bunlar olmayınca beraber yaşamanın da bir anlamı yok kim nereyi bulmuşsa kurmuş oraya "hut" ını, kabile hayatına devam ediyor ...

Johannesburg'a 10 saat uçtuktan sonra, Ndola'ya 4 saat gecikmeyle kalkan Zambezi Havayolları uçağımız yüzünden biz de gece karanlığında varabildik ilk durağımız Lumwana'ya ...


Müşterimiz Yunan asıllı, Zambiya vatandaşı Minas Carayannis'le birlikte kalacağımız oteli ararken, karanlık ormanın içinde kaybolunca gerçekten korktuğumu itiraf etmeliyim. Meğer "otelimiz" önünden geçtiğimiz ama hiç tahmin edemediğimiz Hint'li Amis'in nalbur dükkanının arkasıymış!


Amis, sağolsun yemekte kendi elleriyle yaptığı chapati olduğunu, eğer duş alacaksak odun atıp suyu ısıtabileceğini, jeneratörün 24 çalıştığını, hiç elektriksiz kalmayacağımızı, civarda herhangi bir tehlikeli hayvan ya da böcek olmadığını söyleyerek bizi "rahatlattı" ! 

Arkası Yarın ...

Hiç yorum yok: