İstanbul metrosundaki ekranlarda uzun zamandır dönen
“Dynamic Seoul” adlı tanıtım filminde (sanırım trenleri Hyundai’den
almamızla bu reklam kampanyası arasında bir ilişki var) gördüğümde de çok etkilenmiştim, şehrin
göbeğinden, gökdelenlerin arasından geçen tertemiz bir dere, Gang’ın bir kolu…
Etrafı gece gündüz cıvıl cıvıl… İçine karşıdan karşıya geçmek için doğal taşlar
döşenmiş…
Çok klişedir ama gerçekten de geçmişle, geleceği; gelenekle teknolojiyi çok uyumlu bir şekilde yaşıyor, yaşatıyor bu çekik gözlüler …
Tabi tarihten geliyor bu kültür, genlerden geliyor… Bütün
eski medeniyetlerin hükümdarlıkların sarayları vardır ve herhalde dünyanın en
sade, en mütevazi sarayları Kore’dekilerdir. Hem ana saray olan Gyeongbokgung
hem de aslında ana saraydan daha büyük olan Changdeokgung
sarayı bu kadar sade ve komple ahşaptan olunca aklıma, bizim maçlardan önce
buluştuğumuz Tahtasaray adlı restoranı getiriyor ki farkındayım çok kötü bir
espri…
Gelenek ve teknolojiyi uyumla yaşama kültürü ta o zamandan
kalma… Sarayları inşa ederken hem feng shui geleneklerine göre güneş ışığına,
suyun akış yönüne falan dikkat ettikleri gibi ta o zaman ısınma sorununu yerden
ısıtma ile çözmüşler ki Seul’de kışlar
bayağı bir soğuk ve yağışlı geçiyor, muhtemelen yazlar da sıcak ve kurak
geçiyordur ….
Ve sarayların içine, dışına göstermedikleri özeni çevresine,
bahçelerine, doğasına gösteriyorlar, sarayların arka taraflarına düşen
bahçeleri muhteşem… her yerde mutlaka bir su, göl, gölet, havuz, çeşme.. Biz de tam bahara denk geldik ki daha bir güzeldi …
Genelde herkes bilir uzak doğuluların biraz farklı ama ne kadar güler yüzlü,
pozitif, konuşkan dost canlısı olduğu… Olimpiyatlardan önce Pekin’de turistlere
yanaşıp biraz İngilizce konuşup pratik yapabilirmiyiz diyen Çinli’leri duyup
şaşırmıştım Seul’de benim de başıma geldi. Sarayı gezerken yanıma gelen gençler
konuşmaya başladı benimle ve tabi hemen fotograf çekimi pozisyonu aldık. Bir de
ben yolda bir düğün alayına rastladım ve zengin ya da fakir herkesin mutlaka giydiği
geleneksel damatlık ve gelinliklere bayıldım…
Bu arada bizim seyahatimizin çok kısa bir kısmı Seul’de
geçti. Tesadüf ya toru topu 3 tane müşterimiz var, 3ü de başka bir köşesinde
Kore’nin biz de araçla yaklaşık 2.000 km yol yaparak neredeyse Kore
Yarımadasının güneyini tamamen dolaşıyoruz.
Bir ara deniz kenarından geçerken, Bayimiz, Justin karşı yaka Japonya diyor ve beni bir kez daha “Dünya ne kadar da küçük aslında, insanlar ne kadar da aynı aslında” duygularıma gark ediyor… Acayip yollardan, pirinç tarlalarından, dağ yollarından falan geçiyoruz, Justin buralara gelen ilk yabancı muhtemelen sizsiniz diyor bize, o kadar ücra yerlerdeyiz…
Gece konaklayacağımız otellerden biri termal otel, dev bir
termal salonu var; bir kat kadınlar, bir kat erkekler… bir sürü değişik ısı da
ve Korece bilmediğimiz için anlamadığımız değişik içerikte havuz var ama mayo,
şort, havlu yok..bütün erkekler “sivil”, kadınları bilemiyoruz tabi… Biz Türk
usulü donla idare ediyoruz durumu ama tabi herkes ters ters bize bakıyor
yabancı olduğumuz her “hali”mizden belli ….
Kural : İlim irfan teknoloji bil kullan ama örflerine,
adetlerine, gelenekleri de sahip çık ve gösterişten uzak dur, unutma sade,
şıktır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder