18 Mart 2011 Cuma

Nasıl Bakarsan, Öyle; Zambiya II

Minas'ın Dedesi 60'lı yıllarda çalışmaya gelmiş Zambiya'ya, milletin dedesi Almanya'ya, İsviçre'ye giderken ... Minas Zambiya'da doğmuş, ilkokulu Yunanistan'da okumuş, ama Askerlik'ten yırtmak için Zambiya vatandaşlığını seçmiş, ve beyaz bir Zambiya'lı kızla evlenince bozulmuş ailesi önce ama şimdi alışmış herkes ve herkesin keyfi yerinde ...
Çok nadir de olsa siyahlarla da evleniyormuş beyazlar mesela Minas'ın Amcası .. Ama genelde hepsi Yunanlılarla evli ve küçük Yunan Komünleri var ... Ve Elbette Türk - Yunan geyikleri ...


Zambiya Afrika'nın ( Güney Afrika Cumhuriyeti hariç) en "zengin", "en güvenli" ülkelerinden biri... İnsanları da genel kanının aksine hiç de kaba ve tehlikeli değiller... Birazcık tembeller o kadar...
Aslında çok kuvvetli ve dayanıklı adamlar ama sistem, düzen, mesai, hiyerarşi, kural, inisiyatif vb kavramlar pek uymuyor heriflerin fıtratına, henüz ...


Bazı bölgelerde malarya var tabi ama asıl sorun AİDS ! kabaca nüfusun yarısı HIV pozitif ...
Bir de suaygırı ... Tüm Afrika'nın en azılı katili! Timsah, Aslan falan hikaye, neredeyse hergün bir hipopotam saldırısı gazetelerde! Çok hızlı koşar ve yüzermiş... çok da sinsiymiş.. Çene de çok kuvvetli tabii, bir ısırık yeter ...

Yaşlı bir Zenci görmen çok zor, ortalama ömür 51 yıl .. Şişman görmen daha da zor ... Ama buradan genç girişimci arkadaşlara seslenmek isterim, Zambiya pazarına sütyenle girebilirseniz paraya para demezsiniz! Sütyen pazarında büyük bir açık var...


Başkent Lusaka'ya gelip, Lusaka Sheraton'da kalan sonra da uçakla Victoria Şelalerine giden bir Japon Turistten farklı oluyor tabi gördüklerin Ndola Hava limanına inip ( havaalanındaki tek hizmet bir adet yangı tüpü ) oradan Lumwana, Solwezi ve Copperbelt'e ( Bakır Kuşağı, dünyanın en eski en büyük bakır madenleri ) gidince...

Hele de yerin 590 metre altında yaşadıkların çok farklı ... Aslında ben daha önce de Kazakistan Chezkazgan'da 400 metre yeraltına inmiştim ama, bu Şili ve Zonguldaktaki göçük olaylarından sonra, bu sefer epey bi kortum, itiraf edeyim... ( Bu yazıyı yazdığımda henüz Soma Faciası olmamıştı, Allah tüm maden şehitlerine rahmet eylesin, maden çalışanlarına selamet versin)

Özellikle de "cage" kafes dedikleri asansörün içinde... Kafes kabaca 3 metreye 4 metre, 2 tarafı bakkal kepengi, 2 tarafı tel örgü... İçine ben 80 saydım, Sabri en az 100 diyor, zenci madenci bindi... Kelimenin tam anlamıyla balık istifi, nefes alamıyorsun... Allahtan kısa sürüyor, yaklaşık 5-6 dakika sonra 590 metredesin ama 5-6 dakika geçmek bilmiyor ....


Aşağıda yüzlerce insanı görünce hemen alışıyorsun, zaten çok güzel aydınlatılmış her yer ışıl ışıl ama biraz derinlere doğru yürüyünce, inanılmaz bir sıcak, oksijen çok az ve her yer zifiri karanlık... Karşıdan üzerine üzerine gelen ışıklar, madencilerin baretlerindeki ışıklar, karanlıkta oyun gibi ...
Suların içinde, taşların arasında, karanlık içinde, şapur şapur yürüye yürüye bitecek gibi değil...

"Misafir" olduğumuz için bize bir kamyonet yolluyorlar, arkasına doluşuyoruz...
Korku tünelindeyiz, ya da 3 boyutlu simulatör sanki, son hız gidiyor kamyonet biz hoplaya hoplaya, üzerimize kafamıza, su, çamur, taş sıçraya sıçraya yerin altında daha da karanlığa doğru gidiyoruz, "vay be" diyorum "ne macera, para versen gelemezsin buralara"
Ama yeryüzüne çıkınca Allahım diyorum şükürler olsun sana, çok şükürler çok ...

Kural : Hayatın, dünyanın, herşeyin, her neresine, nasıl bakarsan, öyle görürsün, neyi görmek istersen onu görürsün ... İyi bak, iyi gör, iyi ol ...

11 Mart 2011 Cuma

Nasıl Bakarsan Öyle, Zambiya I

Hayatın altın kuralını, bir kere daha yaşatarak hatırlattı bize sağolsun, Zambiya...

Malaryaydı, Sarı Hummaydı, Hijyendi, Fakirlikti, Uzaklıktı derken ilk günlerimiz sivrisinek ilaçları, spreyleri, korkudan uykusuzluk, temizlikten açlıkla heba ettik ...

Sonra baktık, ne kadar güzelmiş, tertemiz, mis gibi, havası...
Sabahları yağmur, öğlen sıcacık güneş, akşamları meltem, tropikal bir nevbahar...


Mangonun mevsimi geçmiş ama avakadonun tam zamanı, Ananas ise sulu sulu, parmaklarını yedirtiyor adama...
Yol kenarlarında kadınlar satıyor, sırtlarında bebeleri, tanesi 10.000 Kwacha yani 20 kuruş...

Hele ülkenin hayvancılık tekeli "Zambeef"in etlerine diyecek yok ... Doğal meralarda sallaya sallaya gezen danaların etlerinden, şöyle az pişmiş ya da azdan ortaya ( çok pişen etin suyu çekilirmiş, et kururmuş... ) her akşam 400 - 500 gram yersin bana bile demez ... Zaten etin kilosu da yaklaşık 5 Lira falan ...
Tabi yıllarca sömürülen ( 1964 yılına kadar İngiliz sömürgesinde kalmış ) bir ülkenin, her nekadar toprakları verimli, madenleri zengin, insanları güçlü kuvvetli olsa da halkı fakir, devleti zayıf oluyor...
Ve fakat fakirlik de en çok, yalın ayaklı, çocuklara dokunuyor ...


Araba yok, otobüs yok, minibüs yok, tren yok, biraz bisiklet var o kadar..

Herkes bir yerden bir yere yürüyerek gidiyor...
Ana caddeler, sağlı sollu yürüyen insanlarla dolu... Sadece ana caddelerde asfalt var, ara sokaklar toprak...
Ve yürüyen tüm kadınların ya kafasında bir yük, ya sırtında bir bebek ya da her ikisi de....


Şehir merkezleri dışında elektrik yok, su yok, yol yok ... Tabi bunlar olmayınca beraber yaşamanın da bir anlamı yok kim nereyi bulmuşsa kurmuş oraya "hut" ını, kabile hayatına devam ediyor ...

Johannesburg'a 10 saat uçtuktan sonra, Ndola'ya 4 saat gecikmeyle kalkan Zambezi Havayolları uçağımız yüzünden biz de gece karanlığında varabildik ilk durağımız Lumwana'ya ...


Müşterimiz Yunan asıllı, Zambiya vatandaşı Minas Carayannis'le birlikte kalacağımız oteli ararken, karanlık ormanın içinde kaybolunca gerçekten korktuğumu itiraf etmeliyim. Meğer "otelimiz" önünden geçtiğimiz ama hiç tahmin edemediğimiz Hint'li Amis'in nalbur dükkanının arkasıymış!


Amis, sağolsun yemekte kendi elleriyle yaptığı chapati olduğunu, eğer duş alacaksak odun atıp suyu ısıtabileceğini, jeneratörün 24 çalıştığını, hiç elektriksiz kalmayacağımızı, civarda herhangi bir tehlikeli hayvan ya da böcek olmadığını söyleyerek bizi "rahatlattı" ! 

Arkası Yarın ...