Hemen giriş katında Saime Teyze
otururdu, masal kahramanı gibi beyaz, kısa, kabarık saçları, tertemiz bir
yüzü vardı. Rahmetli eşi Galip Amca da nur yüzlüydü, Ay dede derdik. Oyun yani
gürültü patırtı alanımız hemen camlarının dibi olduğu halde, balkonun önündeki ağaçtan,
olmamış şeftalilere “dalarken” dalları kırmamız dışında bizlere bir kez kızıp,
bağırdığını hatırlamam. Zaten şeftaliler olunca da toplar, bütün apartmana
özellikle de benim çok sevdiğimi bildiği için bize torpilli dağıtırdı Bir
bahçeye kavuştuğum an ilk yaptığım iş 3 tane şeftali fidesi dikmek oldu ama hiç
biri Saime Teyzenin ağacı gibi şeftali vermedi…
Bahçelievler’de geçti çocukluğum,
muhtemelen 70’li yıllarda yapılmış apartmanların dışı pek bir biçimsizdi ama
hepsinde mutlaka küçük de olsa bir bahçe bulunurdu. Bu küçük bahçeler arabalara
değil, meyve ağaçlarına ve çocuklara ayrılırdı.
Saime teyzenin hemen yanında
yaşlı çift, Zeynep Teyze ve Ahmet Amca otururdu, çok konuşmazlar ama hep
gülümserlerdi, Zeynep teyzenin yeşil bir maşrapası vardı ve biz çok susayınca,
maç yarım kalmasın diye eve çıkmaz Zeynep teyzeden su isterdik, o yeşil
maşrapayı 6-7 kişi sırayla kafaya dikerdik. Şimdi o suyun bile daha lezzetli
olduğunu hatırlıyorum. Tabi bir de somun ekmek, taş fırınlarda pişerdi, şimdi ki gibi üç kağıt,
katkı malzemeleri de olmadığı için, yemeye doyamazdık. Gerçekten lezzetliydi.
Annem hala 3. Kata bağıra bağıra nasıl “ Anneeeee Ekmek Atsanaaa” diye
seslendiğimi söyler durur… Annem evde yoksa Zeynep Teyze’den isterdik, çekinme
sıkılma olmazdı…
Birinci katta Süryani aile Sami Amca
eşi Janet ve kardeşi Juliet Teyze otururdu. Annemle, Juliet Teyze çok farklı
kültürler olmalarına rağmen çok iyi anlaşırlardı. Juliet teyze hiç
evlenmemişti. Janet teyzenin 3 çocuğu bir de annesi vardı yani 90 metre kare
evde 4 yetişkin 3 çocuk mutlu, keyifli yaşıyorlardı. Ev yapımı paskalya çörekleri,
Mardin’den getirdikleri mavi badem şekerleri, yumurta boyamaları bize çok
ilginç gelirdi. Ben, Jüliet teyzenin paskalya çöreklerine bayılır, o mis
kokuyu, o nefis lezzeti bugün hala çok net hatırlarım ve yıllardır aynı lezzeti
çok aramama rağmen hiçbir yerde bulamam. 80’li yılların o hengamesinde bir çok kıymetli
gayrimüslim gibi Sami Amcalar da ani bir kararla Türkiye’yi terk ettiler, Almanya’ya
yerleştiler, Juliet Teyze, bize sürekli çikolata gönderirdi ve bugün bile hala
Annemle telefonlaşırlar, özellikle de dini bayramları hiç kaçırmadan arar…
Sami amcaların hemen yanında Urfa’lı
Vehbi Amcalar otururdu. Eşi Şükran teyzenin yaptığı muhteşem çiğ köfte, yumurtalı
köfte ve kaşık kıymasının günü ve saati belli olmaz gece saat 12 de bile
kapımız çalınır ortanca oğulları Serhan “babam gönderdi” diye 2-3 “sıkım küfte”
getirebilirdi. Vehbi Amcanın hacca
konvoylar, bayraklar, davullarla uğurlanıp, dönüşte bize getirdiği taramalı
tüfekleri hiç unutamam. O yoklukta apartmanın bütün çocuklarına birer tane, ışıklı
sesli tüfek almıştı. Işık ve ses en iyi apartmanın içinde çıktığı için kafamıza
terlik yiyene kadar oynardık apartmanda… O zamanlar bir büyük bize kızdığı ya
da vurduğu zaman mahkemelik olunmaz “ohh
elleri yeşil olsun” denirdi, bizim de “psikolojimiz” hiç bozulmazdı… Vehbi Amca’nın
acı sevmeyen küçük oğlu Sefa sürekli bize yemeğe gelir, ben de okuldan
döndüğümde annemi evde bulamazsam Şükran teyzelere ya da Sabahat teyzelere giderdim,
herkesin kapısı, herkesin sofrası birbirine açıktı.
Sabahat Teyze ve Şevki Amca Boşnak’tı
bizim kapı komşumuzdu, Sabahat teyze uzun boylu, uzun sarı bukleli saçları olan
ve müthiş börek yapan tipik bir göçmendi. Davul fırında ıspanaklı ve pırasalı
börek yapar, (aynı lezzet bugünün “modern” fırınlarında olmuyormuş) yanında
yoğurtla parmaklarımızı yerdik ki ben acayip iştahsız, sadece süt, elma ve
ekmekle beslenen bir çocuktum. Küçük kızları Gülçin’in doğumunu dün gibi
hatırlıyorum, bütün apartman toplanıp hastaneye gitmiştik, batı tarzı balonlu
bir kutlamayı ilk kez orada görmüştüm herhalde ki o renkli balonlar nedense
hala gözümün önündedir…
Aziz Amca ve Sevinç Teyze ilk
komşumuzdu, Edirne’liydiler ve tüm aile bireyleri mavi gözlüydü, Ortanca
oğulları Eşref benim; tek kızları Melek ablamın arkadaşıydı. Okula, pek de
yakın olmayan bir mesafeyi hep birlikte kar, kış, karanlık demeden yürüyerek
gider gelirdik. Karanlıkta el fenerleri ile yürüdüğümüzü hatırlıyorum, ne
trafik kazası olurdu, ne hırsızlık ne de çocuk kaçırma. Pazartesi günleri Pazar
kurulurdu, o günlerde bu yürüyüşler daha keyifli olurdu. Pazar maceralarımız
ayrı birer hikayedir zaten. Benim pazarda bir kez su satma denemem olmuştu o da
başarısızlıkla sonuçlanmıştı, ılık suyumu, yazın ortasında küçük bir çocuk
dışında kimseye satamamıştım… (O zamandan belliymiş esnaf zihniyetli olamayacağım!)
Ben çok çelimsiz olduğum için Eşref beni hep döverdi ta ki babam beni Judo
kursuna gönderip, antrenmanları izlemeye Eşrefi getirene kadar. Çalışma
esnasında Judo hocasını numaradan üstümden attığımı gören Eşref bir daha
dokunamamıştı bana.
Atik Amca hemşerimizdi,
Elazığlıydı, bizim bu mahalleye gelmemize vesile olan kişiydi. TEK’te çalışır,
sürekli kesilen elektrikler Atik Amca’ya tüm mahallelinin takılmasına harika
bir bahane olurdu. Ayrıca babam da Atik Amca gibi elektrikçi olduğu için, Dallas’ın
yayınlanacağı günler, sürekli çatıda birlerinin antenlerini ayarlardı. Kimin
televizyonu göstermez; ya da yeni yeni alışılan çamaşır, bulaşık makineleri
bozulsa, herkes Babamdan ya da Atik Amca’dan yardım isterdi. Zavallı babam çok
çekmiştir milletin anteninden ama bir tek komşusuna “of” dememiştir. Kısa boylu tıknaz Atik Amca, aynı Levent Kırca’ya
benzerdi, çok şakacı, çok konuşkan biriydi; kızları Nevra’yı sokağa salmayınca
Nevra, camdan dışarı “Fatih Beni Kurtar” diye bağırırdı…
Hele bir de kar yağmaya görsün,
bütün mahalle, çocuk, genç, yaşlı, herkes sokağa atardı kendisini, o Meşhur 87
karında İstanbul İstanbul olalı böyle kar topu savaşı görmemiştir!
Babam işten geldiğinde ( ki en
geç 7 de evde olurdu ) sokakta
çocuklarla oyun, Saime Teyze’de kahve, Vehbi Amca’da çay, Sabahat Teyze’de börek
derken eve ulaşması 1 saat sürerdi…
Sürekli maç yaparken birilerinin
camını kırdığımız için bizi çok seven Camcımız, önce pastane sonra bakkalımız
olan Şevki Abimiz, El arabasıyla leblebi tozu ve şekerleme satan, bedensel ve
zihinsel engelli seyyar satıcımız Aşir Abi, sürekli leblebi kavurup, kokusuyla
bizi cezbeden, elvan gazozu ve keçiboynuzu aldığımız kuruyemişçimiz, Saime Teyze’nin
kızı Belgin Abla ile evli, olduğu için bizden kaparo almadan video kaset kiralayan
Mustafa Abi, neredeyse her apartmandan bir takımın çıktığı mahalle maçlarımız,
bize hem futbolun hem de hayatın inceliklerini öğreten Hasan, Bahadır, Sedat,
Tolga, Teoman abilerimiz vardı…
Geçen gün Vehbi Amca’nın büyük
oğlu Sedat Abi bir fotoğraf gönderdi, içim cız etti, bizim bu apartmanımız da
Kentsel Dönüşüm kapsamına alınmış, yıkımına başlanmış. Yerine güvenlikli,
otoparklı “modern” bir apartman yapılacakmış.
Ben kendimden biliyorum, yeni
modern sitelerde güvenlik oluyor ama komşuluk olmuyor, sosyal tesis oluyor ama
muhabbet olmuyor, kapalı spor salonları oluyor ama mahalle takımları olmuyor,
binaların dışı biçimli oluyor ama içi boş oluyor… Bilirim değişime, dönüşüme
karşı konulmaz ama keşke herkes de bilse ki sadece “modern” inşaatlar yapmakla
da mutlu olunmaz. Dönüşürken, bölünürsek, Kocaman salonlarımız, zengin sofralarımız
olur, misafirimiz olmaz; 5 emniyetli çelik kapılarımız olur, kapımızı çalan
olmaz; akıllı telefonlarımız olur, halimizi soran olmaz, çocuklarımızın tabletleri,
bilgisayarları, envai çeşit oyuncakları olur, arkadaşı olmaz; psikologlarımız
olur, dert ortaklarımız olmaz; en fiyakalı fırından, en pahalı paskalya
çöreklerini alırız ama tadı tuzu olmaz ….