16 Mayıs 2013 Perşembe

Bambaşka Bir Havası Var, Saint Petersburg...



Nihayet bitiyor özlem ve güneşli ama soğuk bir Mart günü, ilk kez geliyorum Saint Petersburg’a, nam-ı diğer Leningrad… Aslında 1713 yılında Çar Büyük Petro  tarafından kurulduğu için bu “şirin” Baltık Denizi, Liman Şehri, “Petrograd” ( Petro’nun Şehri ) adı ile 1918’e, Bolşeviklere kadar, imparatorluğun başkenti olarak geliyor.



1924’te Lenin, Rusya’daki her şeyi değiştirdiği gibi buranın adını da “Leningrad” olarak değiştiriyor. Sonra 1991 yılında Saint Petersburg adını alıyor… 5 Milyon nüfusu ile Rusya’nın Moskova’dan sonra 2. Büyük, Benim de gidilecek yerler listemde Havana’dan sonra 2. Büyük hayalim...


Artık Dünya’da çok az şehirde kalmış olan, kendi özgü havası, ruhu, karakteri, tarihi, kokusu, dokusu olduğunu ayak basar basmaz anlıyorsun… Rusya’nın batıya açılan kapısı, kültür başkenti, Unesco Dünya Mirası ama sapına kadar Rus… her yerden sanat fışkırıyor, kültür dökülüyor, tarih akıyor adeta…



Sadece 12 saatim var bu Dünya Mirasında, ama zaten bunu saymıyorum, hayalimde tekne turu yapmak olan kanallar hala buz... Hatta Neva nehri bile daha yeni yeni çözülüyor … Dünya’da en çok sayıda müzesi olan kentlerinden birinde 12 saat ancak 3-5 kare fotoğraf çekip, “yine geleceğim, hem de bu sefer beyaz geceler de geleceğim, 24 saat aydınlık, 24 saat açık müzeler, kafeler, restoranlar anca yeter” diye hayal kurmaktan fazla yapacak bir şey yok…


Ama bambaşka havasını solumak, sokaklarına, binalarına, meydanlarına, mimarisine, soğuğuna rağmen hayat dolu insanlarına hayran kalmak için yetiyor 12 saat.  Her gün karşılıklı 2 sefer oluşu, uçuşun sadece 2,5 saat sürmesi, vizelerin kalkması ile aslında ne kadar da yakın bize...


Alkole, eğlenceye, hayata bu kadar düşkün oldukları halde, kiliselerine ve dinlerine bağlılıkları da hep etkilemiştir beni Rusların… Boynunda haç olmayanı çok azdır,  evlerinde, arabalarında, işyerlerinde mutlaka bir İsa ya da Meryem Ana imgesi bulunur. Ve genel olarak Ortodoks’ların, özellikle de Slav’larında çok süslü ve gösterişli kiliseleri de hakikaten çok güzel, temiz ve bakımlıdır… Her çift kilise nikahından önce ya da sonra bol bol vakit geçirip, fotoğraf çektirir Kiliselerde.  Bu yazıyı bir Regaip Kandili Gecesi, Güney Afrika’dan yazıyor olmam, her ne kadar tesadüf olsa da, bizim dinden uzaklaştığımız, dinin ve dini kurumların da bizden uzaklaştığı görmek üzüyor insanı gerçekten …






Saint Petersburg hayali kısmen gerçek oldu sayılır darısı Havana’nın başına, bir an evvel Fidel Castro ölmeden ….

Kural : Dinden, Camiden, Kuran’dan korkma, uzak durma, yaklaş. Sen yaklaşınca o da sana daha da çok yaklaşacak göreceksin … 

3 Mayıs 2013 Cuma

Petrozavodsk, Soğuk Çok Soğuk ...



İlk duyduğumda ben de şaşırmıştım, Rusya Federasyonu’nu oluşturan Cumhuriyetlerden, Karelya’nın başkenti… Saint Petersburg’un 400 kilometre kuzeyi, Finlandiya sınırında, Kuzey Kutup Çizgisinden hemen önceki, son büyük yerleşim birimlerinden biri…
Tahmin edileceği gibi soğuk, çok soğuk …. 


Alacağımız var alamıyoruz, yeni bir bayi gel görüşelim diyor, hava durumuna bakıyorum sürekli kar, kış, kıyamet … Birkaç sefer  -27 dereceyi gördüm telefonun ekranında, gidince öğrendim bu kış çok sert geçmiş uzunca bir süre -35 derece civarında seyretmiş…  “Şantiyelerin çoğu 15 Marta kadar çalışmıyor, sonra havalar da ısınır o zaman gelirsin” demişti bayimiz Vitaly, 25 Mart’ta gittim…


Saint Petersburg havaalanı indik saat 5-6 hava aydınlık ( zaten bu mevsimde bile güneş, saat 10 – 11 gibi batıyor, Haziran’da hiç batmıyor, Ocak’ta hiç doğmuyor…) güneşli, yumuşak bir hava, hemen Petrozavodsk’a devam ettik 5 saat, gece 12 otele vardık ve bırrrr hava -12 derece… Yol boyu yem yeşil orman… sonra o bölgede 4 gün boyunca yaklaşık 2000 km yol yaptık, 2 bin km boyunca yem yeşil orman, 1 santimetre kare boşluk yok.. Yolda “elk” denilen çok dikenli boynuzu olan Kanada Geyiklerinden görüyoruz, benden başka kimse şaşırmıyor, tilki, baykuş falan zaten gırla ….


Sabah kalkınca görüyorum, otelin önünde dev bembeyaz bir düzlük, çünkü otelimiz göl kenarı! “Avrupa”nın en büyük göllerinden biri Onega gölü, yılın yarısı donuk. Üzerinde koşu yapan, köpeğini gezdiren, balık tutan, uçurtma uçuran insanlar… Kırılma tehlikesi yok çünkü 50 santimden daha kalın üzerindeki buz kütlesi ( Tabi bahtsız bedevi misali koca gölün, en zayıf noktası, bir derenin döküldüğü yere basınca ben, buz kırıldı ve sol bacağım komple buz gibi suya girdi! Neyse ki otelime yakındım hipotermiden daha hızlı koşup bacağımı donmaktan kurtardım… ) Günlük güneşlik hava ama yine de -4 derece …



Bu kadar kar eriyince bayağı bir çamur oluyor tabi, yol kenarları 1 metre simsiyah, kaldırımlarda yürümek çok zor, özellikle kadınlar batonla yürüyor… Şehrin en görkemli, tek görkemli binası tabi ki Tiyatro, komünizm sağolsun … Buzunortasında kalmış gemiler de ilginç görünüyordu ama asıl ilginç olan insanların bu soğukla olan ilişkisiydi... Sıcağı hiç sevmem, siz nasıl dayanıyorsunuz diyordu konuştuklarımın çoğu ve bu şartlarda hayatta kalmayı, bu şartlardan keyif almayı öğrenmişlerdi yüz yıllar boyunca...



 Yollardan takır tukur sesler geliyor, hemen uyanıyorum ben, bunlar çivili lastik, biz zincirci olarak anlıyorum ki buralara patinaj zinciri satmak hayal çünkü 6 ay yollarda kar var bu kadar çok kara zincir dayanmaz… Bir gün işimiz daha da kuzeydeydi yaklaşık 300 km buz üzerinde gittik bir ara ben de kullandım arabayı çok keyifliydi…



 Dönüşte başka bir müşteriye uğrayarak geçtik Saint Petersburg’a, küçük bir sınır kasabasından geçerken telefonuma mesaj geldi :
 “ Finlandiya’ya Hoşgeldiniz” ….  
İtiraf ediyorum Petrozavodsk’a gelmek istememdeki en önemli sebeplerden biri aslında Sait Petersburg’a gelebilmekti ve nihayet geldik ….


Kural : Cennet de Cehennem de bu dünyada unutma, gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun. Her nerede, her nasıl yaşıyorsan yaşa keyifle yaşa, elindekilerle mutlu olmayı öğren. Yoksa hiç bir zaman aradığın şeyi bulamayacağını bil ...