2010 senesi yılbaşıydı, Roma’ya ilk gelişimiz. Vatikan’a yakın şehre uzak bir otelde kalmış, yürümekten helak olmuştuk, otelden çıkış yaparken, “Rent A Vespa” ilanı görüp hay allah neden daha once aklımıza gelmedi diye içimizde kalmıştı. Hatta sonra ben o gazla Cape Town’da soldan trafikte Vespa kiralayıp ciddi bir macera yaşamıştım…
Sevgililer gününde 1 Euro’ya Londra bileti alma hevesimiz,
biraz da benim İngiltere Vizesi alerjim dolayısıyla kursağımızda kalınca, 4
yıllık hayalimizi gerçekleştirelim Vespa ile Roma Keyfi yapalım dedik.
Gerçekten de Roma’yı çok sevmiş, her köşe başından, her
taşın altından fışkıran tarihe ve o kadar hengamenin içindeki huzuruna,
dinginliğine hayran kalmıştık. Çok şey görmüş, geçirmiş, yaşamış, yaşanmış
havasını her an her yerde hissetmiştik. Yılbaşı dolayısıyla çok kalabalık olduğu
için keyfini çıkaramadığımızı sanıyorduk ki Mart ayının sıradan bir hafta içi
döneminde bile ne kadar kalabalık olduğunu görünce anladık Turizmin nasıl bir
endüstri olduğunu…
O sefer, eşimin İstanbul’da hiç görmediğim kuzeni ile
karşılaşmıştık, bu sefer de bir komşumuzun İskenderun da yaşayan Annesi ile
karşılaştık, Dünya küçük, Roma ise çok kalabalıktı …
Siyah karizmatik Vespa’mıza atladık biraz harita, biraz
tarif, biraz tahmin bütün Romayı 3-5 tur daha gezdik, başta Colosseo – Piazza Venezia
arasındaki tarihi yol olmak üzere, Roma sokaklarında bir Vespa ile gezmek
tahmin ettiğimizden çok daha keyifliydi.
Geçen gelişimizde yılbaşı kalabalığından giremediğimiz San
Pietro Basilikasına ( Vatikan ) bu kez, yarım saatlik kuyrukta 2 sefer
bekleyerek girebildik ( ilkinde yanlışlıkla 3 adım sağa yürüyerek güvenlik
sınırı dışındaki tuvalete gitmişiz, geri dönmemize izin vermeyip tekrar aynı
kuyruğa soktu bizi güvenlik) Ama 3 denemeye değdi, hem daracık tünellerden tepesine
çıkıp Romayı ve Basilikayı yukarından izlemek hem de içine girip ihtişamı,
mimariyi, insanoğlunun ne eserler üretebileceğini görmek gerçekten çok
etkileyiciydi.
Ben normalde pek bina, eser meraklısı değil, insan ve yaşam meraklısıyımdır, seyahatlerimde Turistlerden çok yerel halkın neler yaptığı ilgimi çeker ama Roma başka… Roma’da başta San Pietro, olmak üzere Vatikan Müzesi, Pantheon, aşk çeşmesi gibi meşhur yerler, ya da herhangi bir ara sokakta rast gele girdiğin Saint Bilmemne kilisesi bile insanın aklını alıyor …
İlk seferde giremediğimiz San Pietro ve Pantheon’a girdik
ama meşhur, Alfredo Fettucine’ye yine gidemedik ! Hangisinin original olduğunu
anlayamadığımız 2 taneden Del Corso caddesine yakın olan yine kapalıydı. Novano
Meydanına yakın olan ise sadece akşamları açılıyordu, 2 kez rezervasyon
yaptırdığımız halde bir türlü programımıza denk getiremedik ama sonra öğrendik
ki Türklerden başka burayı fazla sallayan yokmuş zaten, ne zaman gitsen yer var
ama onun yerine mesela “Ad Hoc” Mart ayı komple doluydu, haftalar öncesinden
rezervasyon yapman lazım. Tabi bu arada Roma’da zaten iyi yemek bulmak için
zorlanmayacağın kesin ….
Bir de boş günümüzde Castel Romano Outlet Center’a gitme
farizasını da yerine getirdik tabi ve açıkçası keyif de aldık hani, hem
fiyatlar hem markalar fena değildi.
Sözün özü, Orhan Veli’den ilhamla; Vespa’yi Severim, Roma’yı
da Severim, Vespa’yla Romayı daha çok severim, herkese şu yalan dünyada bir kez
olsun tavsiye ederim ….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder