1 Ekim 2023 Pazar

Fakir Ama Gururlu, Mutlu, Ho Chi Minh City

Fakir ama mutlu insanların şehri Ho Chi Minh City

Adı dünyanın en çok bilinen, kendisi dünyanın en az bilinen ülkelerinden biridir herhalde Viet Nam, yine Hollywood filmleri sayesinde… Özellikle bizim kuşak Viet Nam, Saygon, Viet Kong, Kızıl Gerilla, bubi tuzağı, Kahraman Amerikan askeri hikayeleri ile büyüdü neredeyse...

Uzun zamandır gitmeyi hayal ettiğimiz eski adı Saygon, Yeni adı Milli Kahraman Sayın Ho Chi Mihn’in şehrine nihayet geliyoruz birkaç müşteriyi ziyaret bahanesi ile … Saygon, meşhur savaşın da en önemli merkezlerinden biri, Amerikalıların saçma sapan, “aman komünizm komşu ülkelere yayılır, domino etkisi olur” teorisi ile girdiği ama bir türlü çıkamadığı, Muson ormanlarının kenti. Balta girmemiş bu ormanların yağmurlarına, nemine, böceklerine, sineklerine ve tabi ki tuzaklarına dayanamamış Yankiler, karşılıklı birbirlerine her türlü insanlık dışı işkenceyi yapıp, Dünya’daki ve Amerikanın kendi içindeki protestolara karşı koyamayıp geri çekilmiş. Olan ölen yüz binlerce insana ve geri de kalanlara olmuş. Bugün bile bir çok sakat, öksüz, yetim ve daha da kötüsü özellikle ırkları bozulsun diye Başta Koreliler olmak üzere, ittifak askerleri tarafından hamile bırakılmış kadınların çocukları var, çok sayıda ….   

Hala komünizm ile yönetiliyormuş gibi görünüp bayağı bayağı vahşi kapitalizmle yönetilen, ucuz iş gücü sayesinde çok fazla yabancı yatırımcı çeken, çok sayıda expatın (yabancı) yaşadığı ilginç bir yer Viet Nam. Mesela bir restoranda ayak üstü sohbet ettiğimiz biri Lego’nun bilmem ne başkanı çıktı, buraya 1 milyar Euro’luk bir yatırım için araştırma yapmaya gelmiş ! Kendisine “bırak bu Viet Kong’ları gel Türkiye’ye yatırım yap canım abim, her türlü yardımcı oluruz” desem de ikna edemedim … Başka bir ortamda ise Fransız savaş helikopterlerinin bölge satış müdürü ile tanıştık tabi ki hemen fiyat sordum sanki alıcam ! 

Her geri kalmış ülkede olduğu gibi inanılmaz bir gelir adaletsizliği var; Aynı sokakta park etmiş bir Rolls Royce da var, uyuyan evsiz bir çocuk da… Ama ona rağmen, herkesin keyfi yerinde görünüyor, Biz milletçe o kadar gergin ve mutsuzuz ki, özellikle İstanbul’dan sonra nereye gitsem bana insanlar daha mutlu daha huzurluymuş gibi geliyor.( Mısır Hariç )  Biraz da Dünya Kupası maçlarının etkisi ile gerçekten her yer cıvıl cıvıl her köşede, kaldırımda, yerde, cafede barda restoranda parkta bir televizyon açık bir maç dönüyordu… Ve ben hayatımda hiçbir yerde bu kadar çok kafe, ve bu kadar kalabalık kafe görmedim, çok şık modern mekanlar da var üstelik. Özellikle gençlerin milli ulaşım araçları, motosikletleri sıra sıra parkedip takıldıkları cafelere çok gıpta ettim. Malum İstanbul’da önüne motor ya da araban ile takılacağın bir yer bulmak, çok zordur, biz motorcuların en çok özlem duyduğu şeylerden biridir... Motor demişken tüp taşımaktan, balon satmaya; köfte tezgahı olandan, dondurma dolabı olana, çelenk taşıyandan, merdiven taşıyana,  kadar ne istersen var motosiklet camiasında ayrıca, 4 kişi binen aile de gördüm, topuklu döpiyesli binen teyze de.. 

Karınca yuvası gibi bir motor trafiği var, her bir ışık bir can pazarı bana göre, onlara göre gayet normal, sağdan sağdan yardırıyor herkes, Bu kadar çok motoru görünce gaza geldim ben de rehberli bir Vespa turuna katılayım, kenar kenar giderim, ufak ufak kullanırım dedim, manyak mısın sen dediler kesinlikle sigorta şirketleri yabancıları kabul etmiyor, burada asla motor kullanamazsın, sen arkada oturacaksın dediler, vazgeçtim…

Deltalara gitmeye vakit bulamadık, savaş alanlarına gittik, tünellere girdik, tuzakları gördük, vahşeti tahayyül etmeye çalıştık, bugünden bakınca, ne kadar saçma olduğunu düşündük ve fark ettik aslında politikacıların peşinden koştuğu ve milleti koşturduğu şeylerin çoğu bugün bile çok saçma değil mi… 

Yemeklerden korkuyordum, fazla maceraya girmedik, gayet güzel deniz mahsulleri yedik, makul fiyatlara… bir sürü de sokak köpeği vardı ortalıkta... Viet Nam’ın kahvesi de var ben pek beğenmedim, sıcak istediğini özellikle belirtmezsen kahve kesinlikle buzlu geliyor… Yoldaş oldukları için Castro kıyak yapmış resmi Habanos, Puro mağaza ve locaları var çok keyifli mekanlar, çok da zengin çeşitleri var. Bir tanesinin üst katında canlı jazz müzik de vardı çok keyif aldık. Solist, Rus, Gitarist Brezilyalı, Saksafoncu Filipino idi … dedim ya çok kozmopolit bir yer… Savaş alanı turunda tanıştığımız Liseyi yeni bitirmiş 2 Hollandalı genç ve maç seyrederken tanıştığımız 3 ingiliz öğretmenden çok etkilendik. Pandemi de para biriktirip, işlerinden okullarından 1 yıl izin alıp dünya turuna çıkmışlar, bir sırt çantası ile …. Özellikle Hollandalılar, hangi okula devam etmek, hangi mesleği seçmek ve hangi ülkede okumak, yaşamak istediklerine bu seyahatin sonunda karar vereceklermiş… Ne açık bir vizyon, ne esnek bir dünya görüşü ve ne radikal kararlar… Böyle insanlara gerçekten gıpta ediyorum….

Kural : Gez, gör, yaşa, hisset, deneyimle, açık ol, özgür ol…. Cesur ol, dünya senin, hayat senin tepe tepe yaşa, hayat bir bilete bakar…. İleri de saçma sapan görünecek tabulara, ideolojilere takılma, özellikle de başkalarının ideolojilerine ….  


Nihayet, Maldivler

Nihayet Biz de Geldik Gördük, Maldivler … 

Bizim cenah, beyaz Türklerin, memleket ekonomisi bu hale gelmeden önce, başta balayı olmak üzere, en popüler tatil destinasyonlarından biri Maldivler, bize bir türlü kısmet olmamıştı. ( o kadar popüler ki kaldığımız otelde tanıdık çıktı iyi mi ? ) Nihayet, pandemiden ve özel sebeplerden daraldığımız 2022 yazı ertesi, mildi, promosyondu, taksitti derken bütçeyi denkleştirip attık kendimizi Maldiv takım adalarına, resmi adı ile Güney Male Atolüne…


Maldivler, Hint okyanusunun en güzel yerlerinden birinde yer alan yüzlerde adanın ve atolün ( adalar ve kum tepecikleri topluluğu ) minik bir ülke, başkenti Male. Tek kenti Male, geri kalan her yer ada, her ada bir otel. Havalimanından çıkar çıkmaz karşında rıhtım her otelin kendi “shuttle“ teknesi ya da istersen deniz uçağı var, atlayıp gidiyorsun. ( sağlam bir ücret karşılığı )  Benim hayalimde canlandırdığımdan çok daha pratik ve çok daha sıradan her şey, Sanki Maldivler değil, Afyonkarahisar’dayız. Tek fark Hint Okyanusu…  Önce bu kadar tekne ve uçak trafiği şaşırtıyor ama sonra alışıyorsun çünkü her yer deniz, her yer kum, her yer palmiye… Beton yok, Araba yok, Asfalt yok en güzeli, taksi yok !

Otele yani adaya girdiğin anda ayakkabılarını çıkartıp, dönene kadar bir daha hiç giymeyebilirsin istersen…. Adadaki en lüks restoranın bile zemini kum, yollar zaten kum… Biz buraları iyi bile bir arkadaşın tavsiyesi ile Sun Siyam adlı otele geldik yine onların tavsiyesi ile, geceleri pek de sempatik olmayan “ocean villa” yerine, “beach villa” tercih ettik ki çok doğru tercihmiş… Oda bembeyaz kuma, oradan da turkuaz denize açılıyor, sabahları tadına doyum olmuyor … 


Bu mevsimi mi böyle yoksa hep mi böyle bilmiyorum birden bir yağmur başlıyor, lanet olsun diyorsun, “uçağı erkene mi alsak ?” Sonra güneş açıyor, mor gökyüzü, Önce turuncu sonra masmavi oluyor, “lan kısa oldu keşke daha uzun kalabilsek” diyorsun ! Yağmur da olsa asla soğuk olmuyor, o da ayrı bir keyif oluyor. Bu kadar yağmur olunca tabi ada yemyeşil, rengarenk oluyor, bu kadar uzun palmiye ağacı nasıl oluyor, fizik kuralları gereği “bu uzun çubuğun kırılması gerekmez mi” diye düşünüyorsun …. 

İster şnorkelle ister tüple dalıp, dünya ile bağını koparabilirsin…Biz son derece kısa sürede, dar bir alanda bir köpekbalığı, vatoz, müren, aslan balığı, balon balığı gördük …. Nedense balık seyretmek insana çok iyi geliyor, sanırım bizim koşuşturmacamızın içinde onların sakinliği bizim içimizdeki bu eksikliğe iyi geliyor… Dalış malzemeleri tertemiz yepyeniydi ama fiyatı Türkiye’ye Mısır’a göre bir hayli yüksekti.. 


Benim gibi plajda güneşlenmeyi, aylaklık yapmayı beceremeyen kurtlular için de bir sürü aktivite var, hoş deniz o kadar güzel ki başka bir aktiviteye ihtiyacın yok ama yine de; sandığımız gibi sadece romantik bir balayı destinasyonu değil, aksine bayağı çoluk çombalak aile ortamı…   Bizim çocuklar da çok keyif aldı, bir daha gitmeye değer mi bilmiyorum, ama bir kere de olsa görmeye değer…

Kural : Çocuklarla ailecek tatile çıkarken yanına başka aileler takma, çocuklarınla baş başa kal, bunlar çok kıymetli “anlar” … Sen de büyüyünce “anlar”sın


Kahır Taşı, Kahire ...

Kahır Taşı, Kahire ... 

Daha önce de gitmiştim, daha önce de yazmıştım, daha önce de sevmemiştim Kahire’yi bu sefer de hem sevmedim, hem de biraz üzüldüm…
Bir tarafı çöl, bir tarafı Kızıldeniz, bir tarafı da Akdeniz olduğu için kolay kolay kimsenin saldıramadığı yıllarca, savaşla, silahla değil sanatla, mimari ile, astroloji ile, Nil nehrinin zırt pırt taşması sayesinden geometri ile matematik ile uğraşmış, büyük Mısır medeniyeti, Bugün ne halde diye düşünmeden edemiyor insan… 


Savunma sanayisi zayıf olduğu için, yerli ve milli üretimleri olmadığı için, zalim dış güçler zamanla çölleri de, denizleri de, azgın nehirleri de aşıp girişmiş Mısır’a tarih boyunca. (Biz Türkler de dahil…) 
O zenginlikten bugünlere pek bir şey kalmamış. Hele son yıllarda yaşanan politik meseleler, Arap Baharı, Sivil Darbe, Askeri Darbe derken en az 50 yıl daha geriye gitmişler. Türkiye’nin 80 olayları gibi hem sağdan, hem soldan binlerce sivil, masum, vatan sever; özgürlük için, demokrasi için, insani haklar için mücadele ederken ölmüş, öldürülmüş, dünyanın gözü önünde. Hep dış güçler yüzünden, hiç kendi cehaletlerinin, kendi iç hesaplaşmalarının, fırsatçılıklarının suçu yok yani… 


Şimdi ortalık biraz durulmuş, sahillerde Rus, şehirlerde Avrupalı turist var ama ekonomi çok kötü, yabancı yatırımcı kaçmış, yerel kur yerlerde, darbeciler hala iktidarda, çok sıkı bir güvenlik ve baskı rejimi var… Bölgemiz Orta Doğu insanı zaten mutsuz, umutsuz, gergindi daha da kararmış içleri, insanların yüzlerinden belli…


Kahire her zamankinden daha fakir, daha kirli, daha kalabalık ve daha kaotik. Çocuklara ibret olsun diye El-Halil kapalı çarşıya götüreyim dedim, pişman oldum. Günlerden Cumartesi olduğunu unutmuşuz, tatil moduyla, inanılmaz bir kalabalığın ve karmaşanın içinde bulduk kendimizi dışarı çıkamıyoruz, tezgahlar arasında 2 kişi yan yana yürüyemiyor 4 kişi birbirimizi kaybedeceğiz diye ödüm kopuyor. Tamam biz de Kapalıçarşı bilen nesiliz ama bu başka bir şey. Araba ezmezse, insan ezer. O da ezmezse, havasızlıktan ölürsün, Covid’i saymıyorum bile bence burada barınamamıştır, masum kalmıştır o mikrop !

( Çarşının En Sakin Sokağı ... )
Piramitleri biraz toparlamışlar, daha düzenli, tertipli, temiz organize olmuş. Çoluk çocuk zor olur özel bir turla gidelim dedik, bize japon turist muamelesi yapıp parfüm ve papirüs satmaya çalıştılar, tabi ki… 
Hiç gerek yok taksiye atlayın gidin … Kahire müzesi zaten bir derya deniz, bu defa bir rehber eşliğinde gezdik, anlat anlat; dinle dinle bitmiyor, içinde kayboluyorsun ama Kahire için, 2 günden fazlasına gerek yok. Sharm ya da Hurghada ile birleştirip 2 günde bitirip kaçmak lazım Kahire, insanın içini kahır dolduruyor...

( Zaten ) 

Kural : Demokrasi, insan hakları, hukuk iyidir, herkese lazım olur…

18 Eylül 2023 Pazartesi

Vizeli Hurghada


Vizesiz Sharm El Sheikh” ilanını görmemle başladı her şey… Pandemi ile birlikte vizelerin hatta pasaportların bile süreleri dolunca, Artık bir çok ülke Türklere açık açık vize işkencesi uygulamaya başlayınca biz de vizesiz bir program yapalım dedik… Sharm’a daha önce gitmiş deniz altına bayılmıştık, bu sefer de Hurghada’ya gidelim dedik, hem daha makul uçak ve otel fiyatları … Gece yarısı uçağın kapısında, çoluk çocuk, yarı uyanık halimizle, bir an evvel koltuğumuza oturup uyumayı beklerken, görevli “Vize ?” diye sormaz mı ? 
Biz de tabi ki “ne Vizesi ?” şeklinde soruya soruyla cevap verdik ! 
 - Hani Sharm vizesizdi ? 
 - “Evet” dedi görevli “Sharm vizesiz ama Hurghada vizeli !” 
 - “İyi o zaman Sharm a gidelim” dedik 
- “O uçak biraz önce kalktı” “Başka ülke vizeniz, oturma izniniz falan var mı” dedi 
 - Evet dedik Amerika vizesi var kapı gibi 10 senelik ! - Tamam dedi gidebilirsiniz, iyi yolculuklar ! 


Derin bir nefes aldık ama bu nefes kısa sürdü çünkü Hurghada’daki pasaport polislerine ABD vizesi ile Mısır’a neden geldiğimizi anlatmak kolay olmadı. 3-4 saat bekletildikten sonra neyse bir şekilde bizi kabul ettiler ülkelerine. Önce “bir daha asla bizden daha geri kalmış bir ülkeye gelmeyeceğim” diye söylendim, sonra da düşündüm, geri kalmış olmasa, gelişmiş, modern, kanunla kuralla yönetilen bir ülke olsa bizi asla almaz aynen geri postalarlardı… 

Geri kalmışlık Esnekliktir; zira biz de hiç Türkiye’den Mısır’a iltica edecek tipler değildik … 


Havalimanı taksisinden okkalı bir kazık yememek için, Şoförü, Otelin belboyuna kırdırma taktiğim burada da işe yaradı. Taktik şöyle, çok tavsiye ederim : Eğer taksimetre açmıyorsa, Şoförle hiç muhatap olmuyorum, Otele varınca Belboy zaten yardıma geliyor, havalimanı taksi ne kadar tutar diyorum, belboyun söylediği rakamdan bir tık daha yüksek bir meblağı kendisine takdim ediyorum o içinden kendi bahşişini alıp, taksiye gerçek rakamı ödüyor. 

Prof. Dr. Selçuk Şirin’in dediği gibi taksi sorunu gibi basit bir sorunu bile çözemeyen toplumlar daha karmaşık hiçbir sorununu çözemez ! 
Örnek Türkiye, Örnek Mısır ! 


Sharm’da olduğu gibi burada da otelimiz nefis, tertemiz, yepyeni, Antalya tatil köyleri gibi ama her şey dahil değil. Zaten sanırım her şey dahil diye bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok. En azından ben hiçbir yerde görmedim. 

Fiyatlar oldukça makul, yemekler gayet güzel ve zengin, damak tadımız çok benzer… Hava da Ağustos olmasına rağmen sıcak tabi ama kesinlikle bunaltıcı değil. 

 “Discovery Diving”, Keşif dalışı gibi fiyakalı bir ismi olan aslında tanışma dalışı diyebileceğimiz, eğitmenin senin ensenden tutarak daldırdığı, iki farklı tura katılıyoruz. 
( Blue Diving’i tavsiye ederim çok daha iyi ve hesaplıydı ) 2 farklı bölge öğleden önce ve öğleden sonra 2 dalış yaptırıyorlar deniz altında büyüleniyorsun. 


Zaman yavaşlıyor, mekan genişliyor, sen hafifliyorsun. Deniz altı korkun yerini, sağdan soldan gelen geçen farklı farklı rengarenk canlılara şaşkınlığına bırakıyor. 15 yaşında oğlum Efe de çok keyif alıyor, 

Ben kulak açma işini tam beceremiyorum bir türlü ama ilk görüşte aşık oluyoruz ve sertifika alıp dalgıç olmaya karar veriyoruz… 


Otellerin kendi plajlarında, düzgün şnorkel ve maskelerle dalarak bile müthiş, enstantaneler, harika canlılar görmek mümkün. Bölge olarak Makadi çok daha güzel bir bölge imiş, asıl burada kalmak lazım, ya da o bölgedeki tekne turlarına katılmak lazım… Şehirde gezecek görecek, yapacak bir şey yok, sadece deniz, kum, güneş ve dalış turizmi… Sharm mı Hurghada mı dersen, kesinlikle Sharh el Sheik… 

Kural : Yeraltında, yerüstünde ne kadar çok güzellikler, nimetler olduğunu düşün ve bunları görebildiğin için tekrar tekrar şükret…

Not : Ben bu yazıyı yazıp yayınlayana kadar yine yeniden değişen dış politikamız sayesinde Mısır'la aramız düzeldi, tüm vizeler karşılıklı kalktı ... 

4 Ocak 2023 Çarşamba

İstanbul - Bodrum 6 gün

İstanbul'dan Bodrum'a 5 gece 6 gün sürdü yolculuğumuz, denizden... Amatör denizciler buna "aşağı inmek" diyorlar ki gerçekten de hem kuzeyden güneye istikamet olarak aşağı, hem de denizlerimizdeki akıntı ve hakim rüzgarlarımız dolayısıyla, yokuş aşağı gidiyor gibi oluyorsun...

Güney sahilerimizdeki marinalar vicdansızca pahalı olduğu için, teknesini kışın da kullanmak isteyen  İstanbullu denizciler için bu kuzey güney iniş çıkışları son derece sıradan bir seyir. Ama ben çok gerginim çünkü hayatımda ilk kez bu kadar uzun bir seyir yapacağım hem de hiç bilmediğim sularda...  3 yelkenli tekne, 6 arkadaş, hiç profesyonel kaptan yok, hatta bu seyiri daha önce yapan sadece 1 kişi var aramızda.


Sabahın ilk ışıkları ile vira bismillah ilk durak Tekirdağ Şarköy, balıkçı barınağı... Yolda marmara denizinin koyu yeşilliğine ve pisliğine inat, yunuslar oynaştı bizimle, Ölmedik hala can çekişiyoruz ama buradayız merak etme dediler adeta.... Tam planladığımız gibi hava kararmadan oturmuştuk, limandaki balıkçıya ama benim gerginliğim hala üzerimde ...  



2. sabah yine erkenden hareketle, seyirin en keyifli kısmı Çanakkale Boğazı çıkışı var, malum Çanakkale "geçilmez", çıkılır ... Gerçekten de hem doğası, hem tarihi hem de maneviyatı ile büyülenmemek imkansız... Önce köprü, sonra "Dur Yolcu" arkasından Kilitbahir en sonda da Şehitler anıtını denizden görmek insanı alıp götürüyor, zira bir ara, eski folklorcüler olarak kendimizi teknenin içinde Zeybek oynarken bulduk, 30 yıllık arkadaşım Ali ile diz vurup, omuz kırarak ! 



Gayet makul bir saatte Bozcaada limanına bağlandık, kısa bir ada turu yaparken hayıflandık nasıl olur da daha önce hiç gelmeyiz bu kadar güzel, bu kadar bakir bir yere ... Havalar ısınmış ama henüz sezon açılmamış olduğu için de çok nezih bir kalabalık ile harika bir geceleme oldu, elbette nefis bir rakı balık ziyafetinin ardından, gerginlik merginlik de kalmadı !










3. gün yolumuz uzun, istikamet Bademli, Kalem Adası ... Çanakkale'den çıkıp Ege denizine girince renk hatta koku bile değişiyor, Marmaranın yeşili burada tam bir laciverte dönüşüyor ve Marmara'da alamadığın tertemiz deniz kokusunu, iyotu artık almaya başlıyorsun... Sanki sözleşmiş gibi burada da yunuslar bizi "Ege'ye hoşgeldiniz" dercesine karşıladılar ve bunlar daha oyuncu çıktı, uzun süre bizimle yarıştılar.... Assos, Babakale, Behramkale de öyle güzel, öyle bakir yerler ki denizden seyretmeye doyamıyor insan, gerçi bir çok inşaat, harfiyat gördük o taraflarda da hareket başlamış, umarım insani, medeni şeyler yapıyorlardır ... 


Bademli'de, Kalem Adası ile Garip Ada arasına demirledik,  doğal bir marina adeta burası, sessiz, sedasız, korunaklı, tertemiz, yemyeşil doğa, masmavi deniz... Artık "tekne transfer" modundan bayağı bayağı "mavi tur" moduna giriyoruz. Yolda mecburen girdiğimiz, karasularında tabi ki Yunan sahil güvenliği taciz etti bizi de. Kimisine çok daha kötü davranıyormuş bize yaklaşıp kısa bir sorgulama ile çaktırmadan teknenin içinde kaçak yolcu var mı diye bakıp gittiler. Biz denizcilik nezaketi gereği, gurcataya çektiğimiz Yunan bayrağını Türk karasularına girince indirmeyi unuttuk diye küçük bir şaka yapalım dedik Ali'ye ama ava giderken avlandık, Cüneyt şakamızı sabote edip bize kontra şaka yaparak gafil avladı bizi. Gerçekten sahil güvenlik komutanını aradı konuşuyor sandık, ödümüz koptu ! 

Yunan sahil güvenliğinin tıfıl botlarının yanından bizim fırkateynlerin, korvetlerin attığı sabah devriyesini görünce insan gurur duyuyor..Bazı kaptanlar gaza gelip, Telsizin 16. Acil Emergency kanalından mehter marşı yayını bile yapıyor. Kimisi ise duyduğu gururu anons ediyor, bir kez daha hatırlıyoruz, mavi vatanın da her bir mili kutsal ... 


Yine sabah erkenden vira demir, yolumuz kısa, istikametimiz Alaçatı Nergis Koyunda alarga. Çok duyardım adını ama hiç gitmek nasip olmamıştı. Çeşme Alaçatı hattında gezilecek, demirlenecek yegane koydur Nergis, gerçekten de çok güzelmiş. O kadar korunaklı ki,  koyun ağzına gelene kadar, görünmüyordu, haritadan takip ettiğimiz halde, doğru mu gidiyoruz emin olamadık. Girişte yer alan balık çiftlikleri ve çiftliklerin atıkları hem seyir güvenliği hem de çevre temizliği için çok sıkıntılı ama yapacak bir şey yok, balık çiftliği de lazım. Henüz sezon açılmamış olmasına rağmen oldukça da kalabalıktı Nergis ve suyu da buz gibiydi elbette ...  

5. gün istikamet Didim... Uzunca bir süre sıfır hava, çarşaf gibi göl gibi bir deniz üzerinde süzüldük, seyir konforu için iyi ama çok sıkıcı ve sıcaktan bunaltıcı idi. Belki de tarihe geçmişizdir 6 gün boyunca neredeyse hiç sert hava, hiç yüksek dalga görmedik, hep süt liman gittik...  Bu gece Marinadayız, güzel yemek, duş, traş, keyfimiz yerinde. Çok da şık, büyük, donanımlı bir marina. Tatil köyü gibi gelip uzun süre kalınabilir diye düşündüm....    

 


3 tekne son günümüz artık, biz Gökova Ören'e devam edeceğiz, bir tekne Marmaris'e , bir tekne ise Bodrum merkeze gidiyor, hepimizin yolu kısa sayılır... Bodrum'u denizden görmek insanın içini acıtıyor. Beton kümeleri, yeşil yoksunluğu, estetik fakirliği bu açıdan çok net görünüyor. Bodrum Beyaz Ev mimarisi hikaye, çoğunluk gri artık. Beton olmayan yerler ise sarı, kurak... Halikarnas balıkçısı iyi ki karadan gelmiş, denizden gelse kesinlikle aşık olmazdı Bodrum'a... Bense aşık oldum bu kuzey-güney geçişine, artık her sene yaparım diye hayalini kuruyorum .... 



Kural : En iyi tekne arkadaşının teknesi değilmiş, öğrendim. En iyi tekne eğer yeteri kadar vaktin ve bütçen varsa kendi teknen, yoksa kiralık teknedir !

9 Aralık 2022 Cuma

Kaliteli Yaşam, Saarland Almanya

 

14 yaşında oğlum ile ilk iş seyahatimizin, benim de 14 yaşındayken babamla gittiğim ilk iş seyahatim (1990) Almanya'ya olması güzel bir tesadüf oldu. Almanya bayilerimiz Max ve Axel'in daveti üzerine bir hafta sonu, şantiye ziyareti yapmak ve bir kaç konu görüşmek üzere Lüksemburg sınırında yer alan Saarland bölgesine gittik.

Bu bölge Almanya'nın her yeri gibi yemyeşil, tertemiz olmasının yanı sıra Avrupanın en büyük beyaz şarap bağlarının da yeraldığı bir bölgeymiş. Son yıllarda çok sık duyar ve kullanır olduğumuz ama bence milletçe çok yabancısı olduğumuz "yaşam kalitesi", "kaliteli zaman", "alım gücü" gibi tabirleri bizzat deneyimleyerek anlamıza bir kez daha yardımcı oldu Max ve Axel sağolsunlar.


Bizim için yaptıkları program son derece sade ama kaliteli, şöyle ki : 

1. Gün, şantiye ziyaretini takiben kırsalda, köylerin tarlaların arasında son derece şık bir otelde akşam yemeği. ( Bu arada taş ocağı şantiyesi nehrin kıyısında havada bir gram toz yok, yolda bir parmak çamur yok. Tüm kamyonlar şantiyeye girip çıkarken uzun uzun yıkanıyor... ) 


2. Gün, önce ücretli bir parkta yürüyüş, sonra arazide 12 kilometrelik, 2 saat 40 dakika süren bir  "hiking" ardından, akşam yerel bir şaraphane de tadım ve akşam yemeği. ( Parkta amatör bir halk orkestrasının konser dinletisi de bonus oldu ) .



3. Gün, özel rehber eşliğinde Tarihi Trier şehri turu, özel rehber eşliğinde Zylinderhaus klasik otomobil müzesi turu. ( Müzenin restoranındaki yemekler de en az müzedeki objeler kadar güzeldi ) 


Son derece varlıklı olmalarına rağmen, giyim, kuşam, otomobil vb. gösterişe hiç para harcamayıp. koca haftasonunu sadece bisiklete binerek ve yürüyüş yaparak geçiriyorlar ama en iyi yemeği yiyip, en iyi şarabı içip, bir şehri gezmek için özel bir rehber tutuyorlar. 

Tatile her sene dünyanın başka bir köşesine en ucuz havayolu ile gidiyorlar ama en iyi otellerinde kalıyorlar... Bizim bakış açımıza göre oldukça ters, önceliklerimiz tamamen farklı. 

Hem Cem Yılmaz'ın dediği gibi genetik fakiriz, nasıl para harcanır bilmiyoruz, hem de bu sosyal medya yüzünden "elalem nerede ne yapıyor, ben daha iyisini yapmalıyım" sidik yarışından, ne yaptığımızdan, ne yaşadığımızdan bir şey anlıyoruz. Gerçekten keyif aldığın, sevdiğin yerde misin, yoksa herkesin gittiği yerde, yaptığı şeyi mi yapıyorsun bir düşün !?!

Kural : Sidik yarışını bırak, yaşamaya bak ....        

9 Ağustos 2022 Salı

Kıymetini Bilelim, Gökçeada ...


Perslerden, Atinalılara; Makedonlardan, Romalılara; Venediklilerden, Cenevizlilere; Bizanslılardan, Yunanlılara 72 milletin paylaşamadığı güzelim Gökçeada (1970 yılına kadar kullanılan eski adı ile İmroz, Yunanca adı ile Imvroz) Ege'nin yaklaşık 3 bin adasından elimizde kalan 2 tanesinden biri... 

Yıllık yağış miktarı, yeraltı altı su kaynakları ve iklimi ile tarım ve hayvancılığa elverişli; kekik kokuları içinde, zeytin ağaçları arasında gezen oğlakları meşhur... Ama nedense ne yerleşmek ne de tatil için bir türlü hakettiği ilgiyi görmeyen, belki de bu yüzden çok güzel Gökçeada...   

Yılın 300 günü rüzgar alan, yelken, sörf ve kite sörf için Dünyanın en elverişli bölgelerinden biri ki Doğu Avrupalılar çoktan keşfetmiş; Bulgar, Romen hatta Çek, Avusturyalı sörfçüler kaynıyor sahillerde ...  Bir de tabi eski yerel halkı Rum vatandaşlarımız, Yunan plakalı araçları, şirin kafeleri, sempatik Türkçe aksanları ile ayrı bir hava katıyor Ada'ya... Damlarda hem uzodan yapılan karadut ve vişne likörlerini hem de rüzgardan kiremitler uçmasın diye dizilmiş taşları görmek mümkün... Aynı restoranda hem taze deniz mahsülleri, hem kuzu kokoreç hem de oğlak tandır yemek mümkün... Aynı cafe de hem Yunan Lokması, hem İtalyan Panna Cottası hem de Türk Kahvesi içmek mümkün, hem de nefis...

Eleni ve Meraklis'in mezelerine, Briza Cafe'nin kokteylerine ve Madam Paraskevi'nin likörüne ve tatlılarına bayıldık, biz iki aile, iki motosiklet-bir araba, bayram hengamesinden hemen önce gittik. Saat 13:00 feribotuna rahat rahat yetişip saat 15:30 gibi plaja yerleşmiştik bile... Halen Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı, Patrik Bartholomeos'un köyü Zeytinli'de, tarihi bir taş bina, Zeydali Otel'de kaldık. 

Köy meydanından gelen taş döşeli ana yolun bitiminde, tepede kurulu otelin verandasına oturup, sokaktan geçenleri seyretmekten, ve kendi kendime  oynadığım "şimdi şu köşeden kimin çıkıp gelmesini istersin" oyunundan büyük keyif aldım.... Uzun zamandır ilk kez, telefonuma bakmadan bu kadar süre boş boş oturup sağı solu seyrettiğimi farkedince keyfim daha da arttı... Hem İstanbul-Gökçeada rotası, hem de Gökçeada'nın yolları, motosiklet için harika ... Çocuklar da tahminizden çok daha fazla sevdiler ve onlar da bizim gibi tekrar gitmeyi sabırsızlıkla bekliyorlar ...  


Kural : Farklılık, zenginliktir; ayrıştırmaz aksine güçlendirir. Hayatının her kademesinde farklı görüşlere, farklı kültürlere, farklı tadlara açık ol...