Fakir ama mutlu insanların şehri Ho Chi Minh City
Adı dünyanın en çok bilinen, kendisi dünyanın en az bilinen ülkelerinden biridir herhalde Viet Nam, yine Hollywood filmleri sayesinde… Özellikle bizim kuşak Viet Nam, Saygon, Viet Kong, Kızıl Gerilla, bubi tuzağı, Kahraman Amerikan askeri hikayeleri ile büyüdü neredeyse...
Uzun zamandır gitmeyi hayal ettiğimiz eski adı Saygon, Yeni adı Milli Kahraman Sayın Ho Chi Mihn’in şehrine nihayet geliyoruz birkaç müşteriyi ziyaret bahanesi ile … Saygon, meşhur savaşın da en önemli merkezlerinden biri, Amerikalıların saçma sapan, “aman komünizm komşu ülkelere yayılır, domino etkisi olur” teorisi ile girdiği ama bir türlü çıkamadığı, Muson ormanlarının kenti. Balta girmemiş bu ormanların yağmurlarına, nemine, böceklerine, sineklerine ve tabi ki tuzaklarına dayanamamış Yankiler, karşılıklı birbirlerine her türlü insanlık dışı işkenceyi yapıp, Dünya’daki ve Amerikanın kendi içindeki protestolara karşı koyamayıp geri çekilmiş. Olan ölen yüz binlerce insana ve geri de kalanlara olmuş. Bugün bile bir çok sakat, öksüz, yetim ve daha da kötüsü özellikle ırkları bozulsun diye Başta Koreliler olmak üzere, ittifak askerleri tarafından hamile bırakılmış kadınların çocukları var, çok sayıda ….
Hala komünizm ile yönetiliyormuş gibi görünüp bayağı bayağı vahşi kapitalizmle yönetilen, ucuz iş gücü sayesinde çok fazla yabancı yatırımcı çeken, çok sayıda expatın (yabancı) yaşadığı ilginç bir yer Viet Nam. Mesela bir restoranda ayak üstü sohbet ettiğimiz biri Lego’nun bilmem ne başkanı çıktı, buraya 1 milyar Euro’luk bir yatırım için araştırma yapmaya gelmiş ! Kendisine “bırak bu Viet Kong’ları gel Türkiye’ye yatırım yap canım abim, her türlü yardımcı oluruz” desem de ikna edemedim … Başka bir ortamda ise Fransız savaş helikopterlerinin bölge satış müdürü ile tanıştık tabi ki hemen fiyat sordum sanki alıcam !
Her geri kalmış ülkede olduğu gibi inanılmaz bir gelir adaletsizliği var; Aynı sokakta park etmiş bir Rolls Royce da var, uyuyan evsiz bir çocuk da… Ama ona rağmen, herkesin keyfi yerinde görünüyor, Biz milletçe o kadar gergin ve mutsuzuz ki, özellikle İstanbul’dan sonra nereye gitsem bana insanlar daha mutlu daha huzurluymuş gibi geliyor.( Mısır Hariç ) Biraz da Dünya Kupası maçlarının etkisi ile gerçekten her yer cıvıl cıvıl her köşede, kaldırımda, yerde, cafede barda restoranda parkta bir televizyon açık bir maç dönüyordu… Ve ben hayatımda hiçbir yerde bu kadar çok kafe, ve bu kadar kalabalık kafe görmedim, çok şık modern mekanlar da var üstelik. Özellikle gençlerin milli ulaşım araçları, motosikletleri sıra sıra parkedip takıldıkları cafelere çok gıpta ettim. Malum İstanbul’da önüne motor ya da araban ile takılacağın bir yer bulmak, çok zordur, biz motorcuların en çok özlem duyduğu şeylerden biridir... Motor demişken tüp taşımaktan, balon satmaya; köfte tezgahı olandan, dondurma dolabı olana, çelenk taşıyandan, merdiven taşıyana, kadar ne istersen var motosiklet camiasında ayrıca, 4 kişi binen aile de gördüm, topuklu döpiyesli binen teyze de..
Karınca yuvası gibi bir motor trafiği var, her bir ışık bir can pazarı bana göre, onlara göre gayet normal, sağdan sağdan yardırıyor herkes, Bu kadar çok motoru görünce gaza geldim ben de rehberli bir Vespa turuna katılayım, kenar kenar giderim, ufak ufak kullanırım dedim, manyak mısın sen dediler kesinlikle sigorta şirketleri yabancıları kabul etmiyor, burada asla motor kullanamazsın, sen arkada oturacaksın dediler, vazgeçtim…
Deltalara gitmeye vakit bulamadık, savaş alanlarına gittik, tünellere girdik, tuzakları gördük, vahşeti tahayyül etmeye çalıştık, bugünden bakınca, ne kadar saçma olduğunu düşündük ve fark ettik aslında politikacıların peşinden koştuğu ve milleti koşturduğu şeylerin çoğu bugün bile çok saçma değil mi…
Yemeklerden korkuyordum, fazla maceraya girmedik, gayet güzel deniz mahsulleri yedik, makul fiyatlara… bir sürü de sokak köpeği vardı ortalıkta... Viet Nam’ın kahvesi de var ben pek beğenmedim, sıcak istediğini özellikle belirtmezsen kahve kesinlikle buzlu geliyor… Yoldaş oldukları için Castro kıyak yapmış resmi Habanos, Puro mağaza ve locaları var çok keyifli mekanlar, çok da zengin çeşitleri var. Bir tanesinin üst katında canlı jazz müzik de vardı çok keyif aldık. Solist, Rus, Gitarist Brezilyalı, Saksafoncu Filipino idi … dedim ya çok kozmopolit bir yer… Savaş alanı turunda tanıştığımız Liseyi yeni bitirmiş 2 Hollandalı genç ve maç seyrederken tanıştığımız 3 ingiliz öğretmenden çok etkilendik. Pandemi de para biriktirip, işlerinden okullarından 1 yıl izin alıp dünya turuna çıkmışlar, bir sırt çantası ile …. Özellikle Hollandalılar, hangi okula devam etmek, hangi mesleği seçmek ve hangi ülkede okumak, yaşamak istediklerine bu seyahatin sonunda karar vereceklermiş… Ne açık bir vizyon, ne esnek bir dünya görüşü ve ne radikal kararlar… Böyle insanlara gerçekten gıpta ediyorum….
Kural : Gez, gör, yaşa, hisset, deneyimle, açık ol, özgür ol…. Cesur ol, dünya senin, hayat senin tepe tepe yaşa, hayat bir bilete bakar…. İleri de saçma sapan görünecek tabulara, ideolojilere takılma, özellikle de başkalarının ideolojilerine ….