Münih’in kuzeyinde, Çek Cumhuriyeti sınırına yakın, küçük
tipik bir Alman kasabası Schwarzenfeld… Otelimize ulaşmak için balta girmemiş
orman yollarından geçerken kuzenim ve ortağım Mehmet (Barım) ile buraya gelen
ilk Türk biz olmalıyız diye düşünüyoruz, - ta ki kasabanın tek restoranı,
fiyakalı bir İtalyan Restoranının sahibi Trabzonlu İsmail Abiyle tanışana kadar ! -
Bu arada Mehmet’le bir Şangay Havalimanı maceramız vardır
ki, tam bir efsanedir, dillerden dillere dolaşır, onu da bir ara anlatmalıyım…
Bizim geliş amacımız aslında Roding adlı biraz daha büyükçe
bir kasabadaki, uygulamalı ormancılık fuarı. Ormanın içinde, makineleri çalıştırarak
sergiledikleri çok ilginç ve kalabalık bir fuar KWF… Roding’te yer bulamayınca
en yakın yerleşim birimi diye Schwarzenfeld'in tek oteli, eski bir Şatoda yer ayırtmış
bayimiz…
Şato deyince biz de heyecanlandık biraz tabi, malum milletçe, şatoları, sarayları, yalıları, köşkleri severiz… Ama o da ne, tam bir hayal kırıklığı… Tamam bahçesi büyük, önünden bir nehir akıyor, nehrin kenarında yemyeşil koru ama o kadar ! Ne bir heybetli kapı, ne şekilli bir havuz, ne güvenlik görevlileri, belboylar, ne şöyle genişçe cam balkonlu kış bahçesi, nehir kenarında sosyetik bir nargile kafe, çay bahçesi, restoran hiçbir şey yok… Üstüne üstlük parkın, nehrin ve bahçenin kullanımı da herkese açık, olacak iş değil ! Bisiklete binen amcalar, köpek gezdiren teyzeler, koşu yapan gençler, herkes şatomuzun bahçesinde !
Münih Havalimanından, Schwarzenfeld'e kadar 2 saat süren
araba yolculuğumuz esnasında bir çok şehir ve kasabanın içinden, yüzlerce evin önünden geçiyoruz ve
bir şey dikkatimizi çekiyor… Evler o kadar sade, bahçeler o kadar tertipli ki,
içinde yaşayan yok sanki. Kapının önünde bir steyşın araba – biz Türkler hiç
sevmeyiz nedense – bir masa-sandalye, girişte küçük bir heykel, süs; bir de
çocuk varsa bahçede trambolin o kadar ! Kapının önünde ayakkabı, terlik,
şemsiye, bisiklet, çöp kutusu, saksı, olmaz mı canım ? hadi hepsini geçtim bir
mangal da mı olmaz artık pes yani !
Şaka bir yana, genetik olarak, Avrupa halklarının çoğunluğu
öyle yalın, öyle sade, mütevazi yaşıyorlar ki, işleri, aileleri ve hobilerinden
başka hiçbir dertleri, tasaları yok… En büyük dertleri “bu yaz tatile nereye
gitsek ?” Türkiye mi, Yunanistan mı
yoksa İspanya mı ? Tabi ki Türkiye !
Kural : Bir şey karmaşıksa kötüdür, en iyisi sade olanı,
yalın olanıdır, özellikle de yaşamın …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder