30 Aralık 2009 Çarşamba

Bir Yeni Yıl Hikayesi de Benden,


Biraz Hıncal vari, biraz geyik, tabir-i caizse ama hem yeni yıl hem de kendi sokağımdan bir hikayem var, anlatmadan edemeyeceğim ...

Aslında bizlerden fersah fersah ilerde olan, eski, duyarlı, Anadolu insanın tipik bir örneğidir annem, ve daha küresel ısınmanın, çevreciliğin bu kadar "moda" olmadığı yıllardan beri büyük bir ciddiyetle su tasarrufu ( biraz da susuz İstanbul yıllarında, bidonlarla su taşımanın ne demek olduğunu bildiği için ... ) elektrik tasarrufu, atık kağıt toplama, cam geri dönüşümüyle uğraşır...

Babama söylediği tek yalan, "tabi, taksiyle gidiyorum, bey" dir, aslında her yere minibüsle, giderken ...

Ve biriktirdiği, renkli renksiz ayırdığı, cam şişe ve kavanozları, kullanılmış torbalara doldurup, yakınımızda bir kumbara olmadığı için, minibüsle, taşırdı ...

Bunun zorluğundan, özellikle de minibüste ayakta kalmaktan yakınır, hele bir seferinde minibüs sert bi fren yapınca ellerinde şangır şungur şişelerle, adamın birinin kucağına düştüğünü, utana sıkıla anlatır, ama asla bundan vazgeçmezdi ....

Bir sabah gözleri dolu dolu, heyecan içinde, Allah'a şükrederek, çoçuk gibi sevinç içinde, beni balkona çağırdı, gözlerime inanamadım, Koca Ataköy'ün ilk ve tek cam şişe kumbarasını bizim evin önüne koymuşlardı ...

Ve yıllar sonra bugün, en çok, yeni taşınacağımız, evin, sokağının başında bir cam kumbarası olduğuna seviyorum,

Kural 5 : İnsanı insan yapan asıl duygu, hassasiyettir, duyarlılıktır, aslında... herşeye, herkese ...

25 Aralık 2009 Cuma

Işık Gerçekten Doğudan Yükselir, Harput


40 el kapısının, 40 tokmağını çaldıktan sonra, hem anne hem baba tarafından memleketim; yemekleriyle, hikayeleriyle, türküleriyle, halaylarıyla büyüdüğüm Harput'a ilk kez gidiyor olmanın heyecanı var, evet ama itifaf edeyim, biraz da "ben özgürüm, ben gezginim, ben ne yerler gördüm" tiribi de yok değil ...


Türk halkının büyük çoğunluğu gibi bizimkiler de önce Harput'tan şehre, Elazığ'a, oradan da Büyük Şehre, İstanbul'a göçetmiş ve neredeyse hiç kimsemiz kalmamış memlekette ...

Adımız hariç, daha doğrusu soyadımız hariç ... Soyadımızı bilmeyen yok... İlk fotoğrafçı, bizimkiler olduğu için o dönem bütün Elazığ'ın, cebinde, duvarında, bir "Foto Şedele" imzası var ...

Bir de tabi, hiç tanıyamadığım, Dedem Muzaffer Şedele'nin Namı ... Muhabbeti, Şakaları, Rakı Sofraları ve Çapkınlığı ... ( 1950'li yıllarda, Elazığ'da, 30 kadının olduğu bi masanın baş köşesinde, ne anlatıyor olabilir ki, biz bir tanesine dinletemiyoruz kendimizi, yıl 2010 ... )

Dedemin hiç kravatsız, kol düğmesiz fotoğrafı yok, çok iyi göbek atar ama çok da iyi vals yaparmış, hatta evde bayanlara özel vals dersleri verirmiş !!!

Tahta oymacılığı, şiir, resim, karikatür, Fransızca, İngilizce ... 1940'ların Harput'unda değil, 2000'lerin New York'unda yaşıyor sanki ... Sadece O değil tabi bütün O kuşak öyleymiş ...
Küçücük Harput'ta bir Amerikan, bir Fransız Koleji varmış ... Büyük de bir Ermeni nüfus ... malum olaylardan önce ... kimse kimsenin Ermeni'mi, Süryani mi, Sünni mi, Alevi'mi, Şafi'mi olduğunu bilmez, bilse de sallamaz, yüzyıllardır gül gibi geçinip gider, birlikte güler, birlikte ağlarmış ...


Ve doğunun inanılmaz misafir perverliği ... Kimsemiz yok diye üzülürken, kimden nasıl kaçarız diye düşünür olduk, her kolumuzdan tutan, bir kofik* bir orcik* yemeden "gidemezsiz, gakkoş" diye girdi kolumuza ... herkesten başka bir "eskiden buralarda " diye başlayan bir hikaye dinledik, güldük, ağladık ...

Her karışı gibi Anadolu'nun, Harput da kültür, tarih hazinesi ... Bizans kalesi, her mevsim -10 derece, buzluk bağları, Henüz İstanbul'a gidilmemiş, Ayasofya görülmemiş olduğu için kubbesiz, düz tavanlı Selçuklu camileri, Pisa kulesi gibi eğik minareli mescidi, asırlardır cürümeden yatan Arap Baba ve daha neler neler ...


*Elazığca - Türkçe Sözlük :

Kofik : Kuru dolma
Orcik : Cevizli sucuk
Porik : Saç Kahkülü
Dıngılafıstik : Takla
Kırtik : Küçük, parça
Hırnik : Sümük
Hır Hışik : Ivır Zıvır
Torba Turik : Birden fazla torba ya da çanta
Şorik : Salya, Tükürük
Kortik : Çukur
Gottik : Zehir
Fırfırik : Pervane

Kural : Dünya'yı gez, gör evet, ama memleketini de bil. Unutma ileriye sıçramak için önce bir yere basmalısın ...

21 Aralık 2009 Pazartesi

Barselona II


Yanlızlığı hiç sevmeyen, hatta belki yanlıztan korkan, tek başına yemek bile yiyemeyen ( ne kadar sıkıcı biriyim, kendi kendimden mi sıkılıyorum acaba? ), fakat sıklıkla yanlız seyahat etmek zorunda olan birisi olarak, ailecek gezmeyi hep hayal etmişimdir...

Bizim sıpanın uçakta dizimde uyuyup kalmasından (ki kolay kolay dizimde ya da göğsümde uyumaz) ve hatta küçük uçak tuvaletinde kakalı bezini değiştirmekten bile büyük keyif aldım..


Ama ben, tasarım otelimize giriş işlemlerimizi yaparken; O, lobideki orta sehpanın üzerine çıkarak, dekoratif çakıl taşlarını, otelin camına attığında, zor bir seyahat olacağını tahmin etmeliydim ...

O'nun tabi ne soğuk umurundaydı, ne Barselona, ne de Sagrada Familia ... Bir top olsun gol yapacak, bir kuş, kovalayacak; bir kaydırak, kayacak, yeter ...

Tabi bunları ne zaman ve nerede isteyeceğine tamamen kendi karar vermesi zorlaştırdı durumumuzu, bir de pusette oturmaması, yemek yememesi, uyku uyumaması gibi diğer "detay"lar ...


Sagrada Familia demişken, bizim Ayasofya'daki restorasyon gibi artık iyice hikaye olmuş, 2030 da bitmesi bekleniyor eğer bağışlar beklendiği gibi toplanabilirse .... Bunu da ticarete dökmüş "turizm endüstrisi" gelin bir kilise nasıl inşa edilir görün diye restorasyonu bile pazarlıyorlar ... Tabi bir de "burası sizin yeriniz siz de katkıda bulunun", "ne verirsen elinle o gelir seninle" diyorlar ...


( bu "sanatçı" birazdan şarlo olacak, hemen yanında micheal jackson, elvis presley, örümcek adam, hayalet, şeytan, melek, vs, vs.... abartmışlar yani, sıkıcı ... )

1991 ve 2002'den sonra 2009'da yeniden gidince neler hissederim diye heyecanlanıyordum ve korktuğum başıma geldi... Çok sevdiğim biri, "bir yeri de beğen be kardeşim" demişti sonra da "ama sen zaten eksper değilsin ki, ne hissediyorsan öyledir" demişti...

Büyünün bozulduğunu hissettim... belki de benim büyüm bozulmuştur, bilmiyorum, ama sevmedim Barselona'nın bu ticari halini, bi arkadaşım bekareti bozulmuş dedi, haklı ... herşey satılık, hem de indirimli paket fiyatı 2 tapas + 1paella + 1 cerveza = X Euro, şeklinde ... çok sevimsiz ... Keyifli La Rambla kafeleri de işi üçkağıda dökmüş, sokak sanatçıları da ...


Yılbaşı arefesi, ışıklar güzelmiş gibi gösteriyor kenti .... Çok da haksızlık etmeyelim şimdi mihrap yerinde hala, herkes kendine göre bir şeyler bulur Barselona'da... giden de pişman olmaz, gitmeyen de bir şey kaçırmış olmaz yani, kısacası...

Bu arada "denizden babam çıksa yerim" lafı herhalde İspanyolların ... Deniz mahsüllerini severim ama bu kadarı bana da fazla, özellikle de sümük kıvamındakilerrrıyyyğğğğ


Ayrıca bu büyük ve iyi fotoğraf makinesi hiç hoşuma gitmedi, zaten çok dağınık ve de unutkan bir adam olarak, eldiven, şapka, kaşkol, çocuk, derken makineyi omzuma astım durmadı, boynuma astım uymadı ... önce UV filtresini kırdım, sonra kapağını kaybettim en az 10 sefer de makineyi biyerlerde unuttum, allahtan çocuğu unutmadım ...

Bir daha kışın, çocuklu, iyi makineli bir seyahat mi , asla ...

Kural : "gittiğin gibi dönmemenden daha önemlisi döndüğünde bıraktıklarını, bıraktığın gibi bulabilmendir"





15 Aralık 2009 Salı

Her devri başka, Barcelona




























Defalarca gittiğim halde, hiçbir şehri, bir başkasına gezdirecek kadar iyi bilmem...
Sosyetik restoran, otel, yemek, içki isimlerini falan da bilmem, rehberle gezmeyi, turizm kitapları okumayı da hiç beceremem... ama bu arada hiç bilmediğim bir şehri bile çok iyi gezerim ve gezdiririm, sokak çocuğuyum işte n'apiyim ?







































İşte, Barselona’ya da 1991 yılında, ilk kez gittiğimde, 15 yaşındaydım, "folklörcü"ydüm ve 50 arkadaştık ...
Bu geziler otobüsle yapılırdı ve o zamanlar ne gezmek, ne fotograf çekmek ne de başka birşey gelirdi aklımıza, tek derdimiz daha çok makara yapmaktı ve hayatımın en güzel yıllarıydı. İlerleyen günlerde o otobüsle folklör festivali seyahatlerini de yazmak istiyorum , eski fotografları ve makaraları tarayarak ...

ve çünkü, buraya yazmaya başladığımdan beri ve düzgün bir fotograf makinesiyle ilk kez bir seyahate çıkıyorum, güzel karelerle ve satırlarla dönmeliyim ve çok eski bi abinin söylediği gibi hiç  "gittiğin gibi dönme"





























Sonra 2002 yılında yalnız başıma gittiğimde 26 yaşında bir "işadamı"ydım ( ki fotograflar 2002 yılındandır). Çok sevmiş, hiç sıkılmamış, fotoğraf çekip, 11 yıl önce gelip de görmediğim, görüp de anlamadığım, anlayıp da sallamadığım, detayların keyfini çıkarmıştım ...

8 Aralık 2009 Salı

Mecburen Rengarenk, Hindistan

Dünyanın en renkli ülkelerinden biri Hindistan ama zevkten değil mecburiyetten renkli ...



O kadar çok insan var, bu insanları o kadar fakir ve hava o kadar sıcak ki ... sokaklarda rengarenk yaşamak mecburiyetinde insanlar ...


Terzinin de, berberin de "dükkanı" sokakta; düğün de sokakta, cenaze de; banyo da sokakta, tuvalet de; inekler de sokakta, maymunlar da .... ( Nasıl bizde yol kenarlarında kedi, köpek ölüleri var, burada da maymun ölüleri var ... )



Çocuklar zaten sokakta, adamlar da ... Her yerde "duran adam" lar var, ööyle duruyorlar ...
Kadınlar sokakta değil ama, ortalıkta fazla kadın göremezsin ...

Az süslü ve zilli de sayılmazlar hani ... Kadınları değil sadece, arabaları da ... camı bile süslü, önünü nasıl görüyor bu herif ?
Deli gibi bir trafik, sürekli korna ve acayip bi kargaşa ... Arabaların çoğunun yan aynaları yok, trafikte diğer arabalara sürtüyormuş çünkü ... o kadar yakın geçiyorlar ki ... Hatta bazen vuruyorlar bile ama asla kavga yok... O kadar evsiz var ve ama hırsızlık yok ....


Normalde hijyene fazla takmam, yemek de seçmem ama burada artık dayanamıyorum ve normalde asla yapmam, kendimi bir hamburgerciye dar atıyorum ...
Ölüyorum açlıktan, 3 tane Big Mac istiyorum çocuk : "ne big mac'i ya burası hindistan burada sadece big chicken, mac chicken, chickenburger ve chicken fingers var" diyor ... Halkın %90'ı vejeteryan, mecburen ...

Tabi ki konu ineklere geliyor ve öğreniyorum ki inekler tanrı olduğu için değil, süt verdiği için kutsal, Anne gibi yani ... Sütten kesilince de ne yapsın sahibi, hiç bir işe yaramadığı için salıyor sokağa...
"Yolun" ( yol derken asfalt anlaşılmasın, genelde bina aralarındaki boşluklar yol olarak kullanılıyor, asfalt falan hak getire...) ortasında yatan ineğin kalkmasını beklemiyorlar tabi o bir şehir efsanesi, dürtüyorlar hemen kaldırıyorlar, ama eceliyle ölmesini bekliyorlar, öldürmek yasak ....


Anti-turist ben, Taj Mahal'e gitmiyorum onun yerine, hem de iş gereği bir taş ocağına gidiyorum ve hayatımın en enteresan sahnelerini görüyorum ...
Ocakta hidrolik kırıcı yok, adamlar balyozla kırıyor, yükleyici kepçe yok adamlar kafalarının üstünde leğenlerle yüklüyorlar ve 1000 kişi çalışıyor, 100 ü yedek işçi, kapıda bekliyor, işçilerden ölen ya da yaralanan olunca hemen işe giriyor ... bir nevi oyuncu değişikliği yani, mecburen...



Kural : Nereye gidersen git en güzel yer, evinin olduğu, dilinin döndüğü, yerdir ...

3 Aralık 2009 Perşembe

Yalan Dünya, Las Vegas

Tüm yalanlar gibi, güzel Las Vegas ...

Başta ABD'li olmak üzere, dünya kerizleri gelsin, burada bütün yıl kazanıklarını harcayıp, havaya girsinler diye, Nevada çölüne kurulmuş, yalandan dünya..

Sadece kumar da değil ayrıca, gösteri, yemek, fuar, kongre, otomobil, motorsiklet, kadın, erkek, gay, gece hayatı, müzik, eğlence, vb her türlü aktiviteyle bi katakulliye getirip cebinden paranı alıyorlar... Harcamaman, gaza gelmemen imkansız ...


Abartmıyorum oksijen satan barlar var.. bildiğin hava satıyor adam ve millet sırada bekliyor....

Bahçesinde Eyfel kulesi, içinde Ren köprüleri olan, otel, Paris'in kendisinden daha güzel...

İster bahçesinde, ister içinde, 2 inci katındaki kanallarında, gondol turu yapabileceğin otel de Venedik'ten daha güzel ... Ayrıca gondol turu da Venedik'te bi servet, ( yanlış hatırlamıyorsam 120 Euro ) burada ise 10 dolar falan ....


(Burası, otelin içinde, 2. katındaki kanal... )

Bir otelin içinde, 5 bin kişilik, sahnesinde havuz olan, bir anfi tiyatro, diğer otelin kafesinde bir şelale, bir diğerinin lobisinde Japon turist kafileleri, rehber eşliğinde otel turu yapıyor ....


(bu fotoğraf www.cirquedusoleil.com dan alınmıştır. Bellagio Otel'in içindeki "O" adlı muhteşem gösteri)



Bense düşük sezon, hafta içi, 49,90 a tuttuğum otel odasında, bizim evdeki buzdolabı kadar bi plazma TV'de Türkiye ile ilgili iyi bi haber yakalamaya çalışıyorum ki bugüne kadar hiç yakalayamamışımdır...


O kadar kalabalık ki oteller, check in yapmak için en 45 dakika süren, resepsiyon kuyruğuna girmen lazım... Check out ise, yok... anahtarını, kapı kenarlarındaki atık pil kumbarası şeklindeki anahtar kutularına atıp, gidiyorsun ...


Luxor'un kendisinden çok daha güzel otelimin casinosunda makinede bi Royal Flush yakalıyorum aa bir anda George Clooney oluyorum ( tabi 5 cent bastığım için sadece 200 Dolar kazanabiliyorum, 1 dolar bassam 4.000 kazanacağım! bu ne pintilik yaa ! )


Sonra günlüğü 59,90'a kiraladığım, kırmızı, üstü açık Mustang'ime bi atlıyoum, aa bir anda Brandon oluyorum, sanki evim Hollywood'ta .... Kerizliğe bak .....



Kural : Gaza gelme, hiç bir şeye bağımlı olma; içkiye, kumara, uyuşturucuya, bir kadına, bir eve, bir takıma, hiç bir şeye ....